Gençliğini yaşatamayan bir ülkede adalet arayışı: Şule Çet’ler için adalet

Ekin Şen'

Blog: Serbest Kürsü

Şule Çet, 22 yaşında bir genç kadındı. Bir yandan eğitimini sürdürürken bir yandan çalışmak zorunda kalan, aydınlık yüzlü bu genç kadına, patronları önce cinsel saldırıda bulundular, ardından öldürdüler. Tüm kanıtlara rağmen, başlarda patronların elini kolunu sallayarak gidip geldiği bu dava bugün ezilen, sömürülen, katledilen emekçi kadınlar adına bir mücadeleye dönüştü. Davanın dünkü duruşmasını, Şule Çet’ler için adalet arayan bir genç izleyicinin gözünden aktarıyoruz.

Şule Çet hayatımıza yolda tanıştığımız ya da okuduğu okulun kantininde gördüğümüz sıradan biri gibi girmedi. Üniversite eğitimi almak amacıyla geldiği şehirde yaşamını sürdürmek için çalışmak zorunda kalan, hepimizin çektiği zorlukları çeken ama gülüşünde yaşam olan bu genç kadın, bir mayıs gecesi patronları tarafından cinsel saldırıya uğradı ve öldürüldü. Gülen yüzü, hepimizin zihnine “yaşatamadığımız bir genç kadın”olarak kazındı. 

Patronlara işledikleri suçlar yetmedi, çirkinlikleri dava süreci boyunca devam etti. Parayla satın alındığı belli olan bilirkişi raporları, mahkemede zorla cinsel ilişkinin olduğuna dair sunulan raporlara “hangi raporlar” diye soracak kadar ikiyüzlü tavırlar ve cinayet diyen mahkeme başkanını “cinayet demesek” diye uyarabilecek bir özgüven…Paranın saltanatı buydu ve biz aslında dava boyunca bunu izledik. 

“Şule Çet için adalet” diyerek adliye salonuna gelen ya da aklıyla, kalbiyle orada olan on binlerce insanın arasındaydık bizler de. Şule’nin ölümü hepimizin içini yakıyor. İçimiz yanıyor olsa da sorulması gereken bazı soruları sormamız gerekiyor. Neden bizler üniversitede veya lisede okurken geçinebilmek için çalışmak zorundayız? Çalışan bir kadının kaderinde istismar edilmek mi var? Ya da bir kadın 'akşam tenha bir yerde alkol içmeyi kabul etmişse cinsel ilişkiye rıza göstermiştir’ mi oluyor? O kadına tecavüz edenler kadar, bunu meşru kılan bu düzen de suçlu değil mi? Gençlerine gelecek vaat edemeyen, okurken çalışmak zorunda bırakan bu düzenin hiç mi payı yok? Kızını kaybetmiş bir babaya dava sırasında, kızının okurken çalışmak zorunda kalmasının hesabını soranlar suçsuz mu?

Dava esnasında ve davanın ardından yaşanan bazı olaylar yazılmaya, tartışılmaya değer. Kamuoyu baskısı patronları köşeye sıkıştırmaya başlıyor gibi görünüyor. Sanıkların tutukluluğunun devamına ve davanın başka bir tarihe ertelenmesine karar verilmesinin ardından salonda kopan büyük alkışlar, sanık yakınlarının hiddetlenmesine neden oldu. Davanın ikinci yarısına girmeden önce salon çıkışında sağa sola “tecavüz yani, eminsiniz” diyen sanık yakınları, kararla beraber Şule Çet’in ailesine ve Şule Çet’lerin yanında olan insanlara saldırmayı bir çözüm olarak gördüler. Ardından ağızlarından sızan o kirli cümleler meselenin “kadın” olmanın ötesinde sınıfsal bir özü olduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne serdi. Sanıkların yakınlarından en az biri kadın olmak üzere birkaç kişi, “Siz de üç beş kuruş verip salmasaydınız kızınızı” ve “Eee sizin de kızınızın o saatte orada ne işi varmış”  diyebildiler Şule Çet’in babasına. Bunun üzerine davayı izleyen bir kişiden “Sen de kadınsın, söylenir mi bu?” diye bir cevap geldi. Keşke sadece kadın olmak bir insanı bunları söylemekten alıkoysa…

Paranın saltanatı bu, kadınlık erkeklik tanımıyor. Patronlara sınırsız özgürlük tanırken, emekçileri sömürüyor, aşağılıyor,yok sayıyor. Emekçi kadınlara elinin kiri gözüyle bakıyor. 

Dünkü dava bir kez daha gösterdi ki, emekçilerin sesi yükseldiğinde patronlar kaçacak delik arayacaklar. Şule Çet’in davasına sahip çıkmak, gericiliğe, sermayenin gücüne boyun eğmemektir. 

Bizler, Şule’nin sıra arkadaşları, iş arkadaşları olarak boyun eğmiyoruz! Suçlular hesap verecekler. Bizler, adalet talebimizi Şule Çet’in adının ardına yazıyoruz haykırarak.

Biliyoruz, bu karanlığı yırtıp atmak için örgütlenmek zorundayız. Bu kirli patron düzenini yıkmak zorundayız ki başka Şule’ler olmasın!