'Genel İrade'nin çarpıtılmış hâli: 'Milli İrade'

Ekin Koç

Blog: Serbest Kürsü

"İstibdat Hükümetinin ilkesi korkudur. Şu halde, korkak, bilgisiz, boynu bükük insanlar için fazla kanuna lüzum yoktur"(1)

Seçimler yaklaşıyor. AKP, yine milli irade argümanına sığınmış görünüyor. Bunun, Rousseau'nun genel irade kavramını İslamileştirilmiş versiyonu olduğunu söylememiz gerekiyor. Türkiye'de Millet kelimesi, Osmanlı`da var olan Millet Sistemi'nden dolayı Osmanlı ile özdeşleşmiş durumda. Dolayısıyla İslamcılığa ait bir kavram olarak duruyor önümüzde. Ulus kavramıyla farkını ise Avrupa'da ulus devletlerin ortaya çıkışını inceleyerek ortaya koyabiliriz. Şimdilik bunu yapmayacağız.  Genel İrade kavramını sistemleştiren Rousseau`nun 17. 18. yüzyıl  dünyevi doğal hukukçularından olduğunu söyleyerek işe başlayabiliriz.  Bu anlayışın neden o tarihsel dönemde çıktığı konusu başka bir yazının konusu. O yüzden bunu incelemeyeceğiz. Ancak, genel iradenin nasıl "milli irade" olarak çarpıtıldığını inceleyeceğiz.

Rousseau'ya göre iradeyi genel yapan şey, oyların sayısı değil bu oyları birleştiren ortak menfaattir(2). Ve genel irade özel iradelerin toplamını aşan ondan farklı bir  iradedir. Zaten genel iradenin oy çoğunluğu olduğunu ileri sürseydi temsili demokrasiyi eleştirip doğrudan demokrasi tezini geliştirmesi pek mümkün olmazdı. zira bu mantıksal tutarlılığa aykırı olurdu. Yine rousseau genel iradenin daima doğru olduğunu ve kamu menfaatine yöneltildiğini söyler. Fakat diye ekler Rouseeau "Bundan halkın kararlarının daima isabetli olduğu neticesi çıkmaz. İnsan hep kendi iyiliğini ister ama, bunun ne olduğunu her zaman kestiremez. Halk hiçbir zaman bozulamaz; ama çok defa aldatılabilir. İşte ancak bu takdirde kötülüğe meyilli görünür"(3) diyerek genel iradenin her zaman doğru olup olamayacağına dair soruya küçük bir rezerv koyar. Bu AKP'nin "yüzde 50 dediyse doğrudur"  söylemine  tekabül eden ve ona karşıt olan bir söylemdir. Bu aslında Carl Schmitt'in halkın iradesinin bir dizi propaganda ve kamuoyunu manipüle etme teknikleriyle teslim alınabildiği argümanıyla örtüşmektedir(4).

Ancak Rousseau genel iradenin daima  isabetli olacağı düşüncesine bir şart koyar. O da halkın yeteri derecede aydınlanmış olmasıdır. Zira genel iradenin yanılıp yanılamayacağına dair başlıklı bölümde şu cümleleri sarf eder: "Yeteri derecede aydınlanmış olan halk, görüşüp danışmaya başladığı zaman, vatandaşlar birbirleriyle münsabette bulunmazlarsa, küçük farkların büyük yekunünden, daima genel irade doğar; verilen kararlar da daima isabetli olur"(5) Gerçi halk söylenen anlamda "aydınlanmış" olsa dahi bütün kararların isabetli olacağı, daima doğru olacağı düşüncesi tartışmalıdır. Ancak aydınlanma karşıtlıkları ile bilinen liberal-muhafazakar ittifakın bir aydınlanmacı düşünürün kavramına muhtaç olmaları ayrı bir entelektüel sefalet örneğidir. Üstelik bu kavram üzerinden siyaset yürütürlerken de Rousseau'nun koyduğu rezervleri unutmuş gibi görünmekteler, ya da bilmiyorlar. Rousseau'nun tanımıyla anayasayı insanların kargaşadan kutulmak ve  hareketlerinde içgüdü yerine adaleti koymak amacıyla (6) "başkalarına zarar verebilme kudreti yerine bizzat kendi emniyetlerini, başkaları tarafından altedilebilecek olan kuvvetleri yerine toplum birliğinin yenilmez hale soktuğu bir hak elde etmek"(7) amacıyla soyut bir toplum sözleşmesi, sınıf mücadelesinden bağımsız bir belge olarak tanımlayalım. Bu halde bile hakim kuvvetin mutlak dokunulmaz olmadığını görüyoruz Rousseau'nun bakış açısından. Çünkü ona göre hakim kuvvet ne kadar mutlak, ne kadar dokunulmaz olursa olsun genel anlaşmaların sınırını aşamaz(8).

Demokrasi nedir ne değildir, kimin içindir gibi konularda sayfalarca yazılabilir. Bu kavramdan sihirli değnek işlevi görmesini ummuyoruz. Konumuz da bu değil zaten. Ama direnme hakkı meselesine de bahsedilen "demokrasi" kavramı çerçevesinde değinmekte fayda var. Zira sokakta yapılan her eylemi "milli irade"ye aykırıdır bu diye itibarsızlaştırma gibi bir gündemi var siyasi iktidarın.

Ayaklanmanın "milli iradeye" aykırı ve gayrımeşru olduğunu söylüyorlar ancak bahsedilen "demokrasi" çerçevesinin oluşmasında doğal hukukçuların rolü çok büyük. Belki de en önemli rol onlarda. İşte onlardan biri olan John Locke'u da okumadıklarını anlayabiliyoruz. O, doğa durumundan uygar topluma geçmeyi savaş durumundan kaçınmak olarak nitelendirir(9). Siyasal toplumun, devletin cezalandırma iktidarına sahip olması ve diğer iktidarları toplumun tüm üyelerinin mülkiyeti mümkün olduğunca korumak içindir(10). Direnmek hakkıyla ilgili şunları söyler Locke: "Yetkisiz olarak ve ona verilen güvene aykırı biçimde halk üzerinde güç kullanımının, bunu yapan kişiyle, yasamanın halka ait iktidarın kullanımı konusunda eski hale getirilmesinde hakka sahip olan halk arasında bir savaş durumu olduğunu söylüyorum. Çünkü, ya önceden öngörülmüş belirli zamanlarda ya da gereksinim duyduğunda yasalar yapma iktidarını kullanması niyetiyle bir yasama inşa edilmiş olduğundan yasama toplum için gerekli olan ve halkın güvenlik ve korumasından oluşan şeyi yapmaktan herhangi bir güçle alıkonduğunda, halkın bu gücü güçle ortadan kaldırma hakkı vardır. Her durum ve koşulda yetkisiz gücü doğru çaresi ona güçle karşı koymaktır. Yetkisiz güç kullanımı her zaman için bu gücü kullanan kişiyi saldırgan olarak bir savaş durumuna sokar ve onu buna uygun olarak muameler görmeye maruz bırakır"(11) Özetle haksız yönetime karşı direnmek meşrudur.

Doğal hukukçuların bugünkü hukukun oluşmasında büyük payı var demiştik. Bütün bu görüşler, ilk olarak  insanlığın ileriyi yürüyüşünün en büyük adımlarından Büyük Fransız Devrimi ile somutlaştı diyebiliriz. Zira devrim sonrası Jakobenlerin iktidarında 24 Nisan 1793`te Robespierre`in önerisiyle hazırlanan İnsan Hakları ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nde "Baskıya direnme, tüm insan ve yurttaş haklarının doğal sonucudur" ve "Hükümet halkın haklarını ihlal ettiğinde ayaklanma, halk için ve halkın her bir bölümü için, en kutsal haktır ve en vazgeçilmez görevdir" bölümleri geçmektedir. Ayrıca, devrimin hemen sonrasında, 26 Ağustos 1789'da Fransız Ulusal Meclisi'nde kabul edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin 2. maddesi ise, "Her bir politik birleşmenin amacı; doğal ve dokunulamaz insan haklarını korumaktır. Bunlar; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, güvenlik hakkı ve baskıya karşı direnme hakkıdır." demektedir. Konumuz gereği, mülkiyet kısmı değil ama direnme hakkı kısmı bizi ilgilendirmektedir. Her ne kadar Rousseau direnme hakkı kavramını kullanmasa da teorisinin sistematiğinden direnme hakkına bir köprü geçer diyebiliriz. Zira Rousseau: "Yalnızca gücü ve güçten doğan etkiyi dikkate alacak olsaydım, derdim ki; bir halk, eğer boyun eğmek zorundaysa ve boyun eğiyorsa iyi ediyordur. Fakat boyunduruğunu silip atabilecek duruma gelir gelmez, silip atarsa daha iyi eder. Çünkü özgürlüğü elinden alınanın, bu hangi hakka dayandırılarak yapılmışsa, aynı hakka dayanarak onu geri alma hakkı vardır. İnsanın özgürlüğünden vazgeçmek demek insan olma niteliğinden, insan haklarından hatta ödevlerinden vazgeçmesi demektir. Böyle bir vazgeçiş insan doğasıyla bağdaşmaz" demiştir. Öyleyse, özgürlüğün ihlal edilmesine karşı ayaklanılabilir. Özetle, doğal hukuk teorisi gereği direnme hakkı meşrudur.

John Locke'un bu düşünceleri "burjuvazinin dünya görüşünün felsefi temellerini ortaya atan"(12) ve bugünkü burjuva hukukunun oluşmasında epey katkıları olan aydınlanmacı düşünürlerden birinin direnmek hakkında bugünkü hakim görüşe kıyasla ileri görüşlere sahip olması açısından önemlidir. Ancak, bütün bu görüşler bugün kağıt üzerinde yer alsa bile siyasi iktidarlar bunların ortaya çıktıkları dönemde kalması için çaba harcamışlardır. Ancak bunların söylenmesi bahsedilen kavramlar çerçevesinde ortaya çıkan çelişkileri teşhir etme gereği duymamızdandır. Yoksa elbette sınıflı toplumlarda ortak bir 'genel irade' nin ortaya çıkamayacağıi; böyle bir iddanın afaki kalacağı aşikardır.  

Sonuç olarak, Montesquie'nun çok güzel bir şekilde tarif ettiği istibdat yönetimine karşı direnme hakkımızı kullanmak boynumuzun borcudur.


1) Montesquieu Kanunların Ruhu Hiperlink Yayınları s.91
2) Jean Jacques Rousseau Toplum Sözleşmesi s.41
3)  A.g.e .36
4) Carl Schmitt Parlamentonun Krizi s.45
5) Rousseau a.g.e s.37
6) A.g.e 24
7) A.g.e  43
8) A.g.e 43
9) John Locke Yönetim Üzerine İki İnceleme Ebabil Yayıncılık 2. Baskı 2012 s.20
10) A.g.e s.58
11) A.g.e s.96
12) Alaaddin Şenel Bilim ve Sanat Ankara 1996 s.335