Burjuva hukukuna nasıl yaklaşmalı

Ekin Koç

Blog: Serbest Kürsü

Hukuk kavramı burjuva hukukçular tarafından çok tartışıldı. Hâlâ da tartışılmaya devam ediliyor. Hukukun ne olduğu, ne işe yaradığı gibi konularda fikir birliğine varılmış değil. Oysa Marksistlerin kapsamlı bir hukuk tanımlaması ile ilgili pek bir dertleri olmadı. Hukuk en nihayetinde üretim ilişkileri tarafından belirlenen; düzenin devamı için yeniden üretim işlevi gören bir üstyapı alanı ve ideolojik aygıt idi. İrdeleyeceğimiz konular esasında sosyalizmde hukukun ve avukatlığın yeri olup olmayacağı, düzen için avukatlığın işlevi ideolojik aygıtın avukatların zihinlerinde yansımasının nasıl olduğu.

Feodal üretim ilişkilerinde rıza üretimini gerçekleştiren hukuk gibi aygıtlardan ziyade din, asker gibi baskı aygıtları hakimdi. Ücretli emeğin ortaya çıktığı kapitalizmde ise artık baskı aygıtlarına değil ideolojik aygıtlara ihtiyaç duyulmaya başlanmıştı. Çünkü, toprağa dayalı üretim biçimi olan feodalizmle beraber, toprağa bağlı serfler de ortadan kalkmış; kâr amacıyla üretim yapılan kapitalizm ortaya çıkmıştı. Çatışan sınıflar sadeleşmiş, proletarya ile burjuvazi ortaya çıkmıştı. İşçi ile patron arasındaki uzlaşmaz çelişkinin gizlenebilmesi için sınıfı baskı ile değil ancak rıza üreterek düzene bağlayan ideolojik aygıtların ortaya çıkması gerekiyordu. Böylelikle yeni ortaya çıkan ve bir süre sonra egemen sınıf olan burjuvazinin kendisine yeni bir dünya, yeni bir algı ortaya koyması gerekiyordu. Bu algıyı, yöntemi oluşturanlar da burjuva filozoflarıydı.

Burjuvazinin devrimci barutunu tüketmediği bir dönemde Locke, Rousseau, Montesqieu, Hobbes gibi düşünürler, direnme hakkı, mülkiyet özgürlüğü gibi kavramlarla  burjuva hukukunun temellerini attılar. Bu dönemde burjuva hukuku kendisini tarih üstü ve ebedi gördüğün için genel geçer kavramlar ortaya atıldı.  Oysa ki Marksistler, komünizmde sınıflı toplumların ortadan kalkmasıyla beraber, devletin insanın insan üzerindeki bir baskı aygıtı olarak ortadan kalkacağını, sadece üretimin planlandığı bir yapı olacağını söyler. Dolayısıyla, bizim bakış açımıza göre sınıflı toplumlar ortadan kalktığında hukuk diye bir alan olmayacak. Tüm insani değerlerin benimsendiği ve refah içinde olan bir toplumda da hukuka gerek kalmaz zaten.  Burjuva hukukçuları ve ideologları  böyle toplumun ütopya olduğunu, tüm toplumun insani değerleri benimseyemeceği söylerler. Ama şunu unuturlar; burjuva hukukundaki " kanunu bilmemek mazeret sayılmaz" ilkesi  örtük olarak bu değerlerin benimsendiğini varsayar. Ama gerçeklik öyle değildir. Kanunu bilip bilmemesi önemsiz olması gereken bir çocuğun baklava çalması akabinde 6 yıl hapis cezasına çarptırılması hukuk alanının düzenin devamı için çalışan ve düzenin tam merkezinde duran aygıt olduğunu gösteriyor. Zaten kapitalizmde de topluca bu değerlerin benimsenmesi mümkün değildir. Kaldı ki tarihin bir döneminde, örneğin ilkel komünal toplumlarda, refah olmasa da, hukuk denen sistematik bir yapının olmadığını, daha çok töre, gelenek, alışkanlıklarla gelişten bir toplum yapısının olduğunu biliyoruz.

Sosyalist toplumda hukukun olup olmayacağı özellikle Sovyet iktidarı kurulduktan sonra tartışılmaya başlandı. Elimizde Türkçe`ye çevrilmiş yeterli kaynak olmasa da Evgeniy Pasukanis`in Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm kitabı bu soruna nasıl yaklaşılması gerektiğine dair oldukça önemli bilgiler ve  yöntem sunuyor. Pasukanis, haklı olarak,  genel geçer kavramları olan sosyalist hukuk diye bir kavramın olamayacağını, çünkü zaten sınıflarla beraber ortadan kaldırılması gereken ve zaten de kalkacak olan bir aygıtın olamayacağını söylüyor.  Yani örneğin "kanunsuz suç ve ceza olmaz" , " sözleşme serbestisi" ,  yukarıda söylediğimiz "kanunu bilmemek mazeret sayılmaz" gibi genel geçer kavramlar olmayacak. Zaten özel mülkiyetin olmadığı  kamucu bir ekonomide, özel mülkiyeti kutsayan "sözleşme serbestisi" gibi saçmalıklar olamaz. Ama öte yandan, genel geçer kavramları olmayan bu alan sadece ve sadece işçi sınıfı iktidarına hizmet edecektir. Sosyalizmde hukuk denen alanın daha çok teknik anlamda düzenleyici olan ve önemsizleştirilen bir alan olacağı bir gerçek. Sosyalist ülkelerde bu alanın oldukça önemsizleştirildiğini biliyoruz. Çünkü en nihayetinde  sosyalizm, ağır sanayi ve bilimin hakim olduğu bir sosyoekonomik sistem.

Avukatlık mesleği, halihazırda profesyonel bir meslektir. Kaba tabirle "aracılık" olduğunu söyleyebiliyoruz. Özellikle de hukuk alanındaki bilgilerin bu kadar yaygınlaştığı bir teknoloji ortamında, tarlada üretilen ürünü sadece pazara götüren tüccardan bir farkı yoktur.  En nihayetinde avukatlık bilgiyi satmakla para kazanması beklenen bir meslektir. Oysa bir insanın burjuva anlamıyla da olsa kendi hakkını aramak için bir aracıya ve paraya ihtiyacı olması bir saçmalık değil midir! Kaldı ki kapitalizm koşullarında avukatlık kurumu nesnel olarak düzenin devamından beslenen bir meslektir. İstediğimiz kadar, işçi sınıfı yararına kullanmaya çalışalım bu alanı, düzenin merkezinde duran bir aygıt olduğu için bu mümkün değildir.  Dolayısıyla düzenden ideolojik anlamda kopması en zor meslektir. Çünkü kanunlar veya hukuk devleti denen, ki tarihin en büyük yalanlarındandır herhalde, kavram doğruadan sermaye sınıfından yanadır. Ve onu besler.  Hukukçu arkadaşlar kızacak belki ama, hukukçuların  önemli bölümü, mesleki deformasyon  örneği de  olarak,  kanundan başka referans alacakları yer yoktur. Biraz daha ilerici olanları ise  hukuk devletinden bahsedip durur. Ancak hukuk devleti diye bir şey yoktur. Devlet, hukuk gibi bir üstyapı kurumunun değil, gayet maddi olarak sermaye sınıfının baskı aygıtıdır.  Ancak hukuk alanı  incelikli işleyen bir alan olduğu için bunun hukukçular tarafından algılanması çok zordur.  Hukuk devleti ideolojisinin bir aldatmaca olduğu ile ilgili şunları söyler Pasukanis: "Rechtstaat(hukuk devleti) bir aldatmacadır; ancak dinsel ideolojiyi parçalayarak onun yerini aldığı ve burjuva egemenliği gerçeğini kitlelerin gözünden gizlediği için burjuvaziye tam da uygun düşen bir aldatmacadır. Hukuk devleti ideolojisi, dinsel ideolojiden daha da uygundur, zira gerçekliğe dayanmasına karşın gerçekliği hiçbir biçimde yansıtmaz. Otorite;"genel irade, "hukukun gücü" biçimiyle, bu toplum bir pazarı temsil ettiği oranda burjuva toplumunda gerçekleşir" (Evgeniy Pasukanis Genel Hukuk Teorisi Ve Marksizm Birikim yayınları s.150)     Hukuk devleti ideolojisinin etkisinden çıkmaları çok zordur. Çünkü, hukuk aygıtının hem öznesi hem nesnesi konumundadırlar. Dolayısıyla, yukarıda zikrettiğimiz hukukçu zihniyeti, bu konumdan kaynaklıdır.  
Reel sosyalizmin en önemli örneklerinden Sovyetler Birliği`nde avukatlık mesleğinin profesyonellikten çıkartılmasına ve hukukun önemsizleştirilmesine yönelik adımlar atıldığını biliyoruz. Örneğin,  1917`de Halk Mahkemeleri kurulmuş, bu mahkemelerde savunma vazifesi görecek mutemetlikler kurulmuştur.( http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/1965-6/03.... )

Bununla birlikte "Bir baroya girebilmek için, 1) yüksek hukuk  öğrenimi yapmış olmak, 2) Veya bir hukuk okuluna devam edip, en az bir yıl süre ile mahkemelerde , savcılıklarda veya diğer adalet organlarında, hakim, savcı, sorgu hakimi, veya üye olarak çalışmış bulunmak, 3) Yahut hukuk öğrenimi yapmamakla birlikte yargı alanında en az 3 sene çalışmak" ( a.g.e 589) Görülüyor ki, bu adımlar avukatlığıp rofesyonellikten çıkartılması için atılmış. Ve en önemlisi bu mesleğin işçi sınıfı iktidarına ve kollektif çıkarlara bağımlı bir meslek olarak tanımlanması. Reel sosyalizmin, genel olarak da sosyalist iktidarların zaten önem vermesi  gereken alan lar olarak,  bilimde başarılı olduğu ve üretimin ağırlığını ağır sanayiye verdiği biliniyor. İlk sosyalis iktidarın ilk uzaya çıkan insanı yetiştirmesi, tarım ülkesini sanayi ülkesine çevirmesi, doktorlarıyla, bilim adamlarıyla ünlü olması şaşırtıcı değil.  Keza Küba da onca ambargoya rağmen doktorlarıyla ve son dönemde de dizüstü bilgisayar üretmesiyle biliniyor. Hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz, ancak sosyalist iktidarın var olduğunu bildiğimiz Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti`nin de sanayi ile, füzeleriyle bilindiğini biliyoruz. Bunu hukuk, muhasebe gibi üretken olmayan alanlara dayanarak değil üretken sektörlere dayanarak yaptılar. Oysa ABD gibi kapitalizmin merkezi olan ülkelerde avukatlar veya hukukçular çok para kazanmalarıyla meşhurlar. Ve ülkemizdeki hukukçuları bu ülkeleri "hukuk devleti" denen aldatmacanın varlığını ileri sürerek övmekteler. Çünkü kapitalizmin hüküm sürdüğü her yerde hukukçular düzenin devamından beslenirler.  Pasukanis kitabının bir bölümünde şunları söylüyor: " Özel hukuk dogmatiği, sonsuz sayıda hayali şikayetler veya muhtemel talepler hakkında sonsuz sayıda olumsuz veya olumlu değerlendirmeler dizisinden başka bir şey değildir. Bu sistemin her paragrafının gerisinde, söz konusu tezleri hukuksal yardım olarak kullanmaya hazır, görünmez soyut müvekkil gizlidir. Hukukçuların hatanın anlamı veya ispat yükünün dağıtımı konusunda yaptıkları tartışmalar, mahkemelerde yaşanan tartışmalardan farklı değildir. Buradaki farklılık, feodal savaşlarla, şövalyelerin turnuvaları arasındaki farktan büyük değildir. Bildiğimiz gibi, turnuvalar zaman zaman çok şiddetli geçerdi ve gerçek savaşlardaki kadar enerji harcanir ve zaiyat olurdu.İnsanlığın düşünsel güçlerinin üretken olmayan bu sarfiyatı, ancak planlanmış toplumsal üretim ve dağıtımın bireyci ekonominin yerini almasıyla son bulacaktır" ( Evgeny B. Pasukanis Genel Hukuk Teorisi Ve Marksizm Birikim Yayınları s.77) Gerçekten de insanlığın yaşam kalitesinin artmasına hiçbir katkısı olmayan ve hayali meselerle uğraşılan  bu alanda sarf edilen enerji zayi olmuyur mudur! Mühendislik, tıp gibi bilimsel alanlara yapılacak yatırımlarla insanlığın daha da ilerleyeceği bir toplum ancak işçi sınıfının iktidarında mümkün olacak!