8 Mart’ı kazanmak için

Ekin Görkem

Blog: Serbest Kürsü

Marksizm ile feminizm arasındaki sonu gelmez polemiklerin en büyük sorunu bunların akademik bir savaş alanında kurgulanmış olmasıdır. Burada “akademik” deyimi, fiziken akademiye tekabül etmek üzere “teorik tartışmayı bırakalım ve pratiğe yönelelim” yavanlığı için kullanılan bir sözcük değil, bir hayatı kavrayış biçimi olarak, isterseniz bir ideoloji olarak akademizmdir. Bu savaş alanının kendisi burjuva ideolojisine aittir ve buradan onun aleyhine bir sonuç çıkarmak neredeyse imkânsızdır. Samimi olarak konuya eğilen Marksistlerin çoğu da Marksizme en büyük zararı Marksizmin temel teorik doğrularına doğrudan saldırarak değil, onu bu savaş alanında dövüştürmeyi kabul ederek dolaylı yoldan veriyorlar aslında.

Bu yazının çerçevesi “dalgalarla” numaralandırılan çeşitli feminist hareketlerin analizini içeremeyecek kadar dar. Sadece feminizmin çeşitli varyantlarıyla, özellikle Marksizmi şu ya da bu ölçüde “içerdiği” iddiasında olan bazı türleriyle tartışma için sağlıklı bir zemin önermeye çalışacak bu yazı. Hedef tahtasına neden bunların koyulduğunun yazının devamında anlaşılacağını sanıyorum. Türkiye siyasi yazınında kadın ve Marksizm üzerine özellikle yakın tarihte ciddiye alınması gereken bir üretim olduğu not edilmeli. Belirtilen amaç için biraz kabalaştırma pahasına özellikle bu varyantların hangi noktalarda ortaklaştığı netleştirilebilir. Aslında bu konuda yaratılan metinlerin her biri derli toplu bir hesaplaşmayı hak etmektedir. Ama burada bu hesaplaşmada nasıl bir yol izlenebileceğine dair birkaç not düşmekle yetinelim.

Kadın planında gerçekleşen bu tartışmanın temelinde Marksist ortodoksiye ilişkin hiç de yeni olmayan bir kavrayış sorunu kendini gösteriyor. Yönteme sadakat anlamında ortodoksi, Marksizmin anlaşılmasının ancak tarihsel materyalizmin kendisine uygulanması çerçevesinde gerçekleşebileceğini iddia ediyor.* Marx’a tarihin sınıf savaşımları tarihi olduğunu anlatırken “Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaştıktan sonra çalışmalarıma kılavuzluk etmiş olan genel sonuç…” dedirten teorik berraklık bu konuyu özetlemektedir aslında. Marx ve Engels’in yaşadıkları döneme kadar elde edebildikleri verilerin sınırlarını kendi toplumsallıkları (kapitalizmin gelişmişlik düzeyi) çizmektedir, ancak aynı toplumsallık (kapitalizm) gelecek toplumların bu verileri ve sonradan ortaya çıkacak olanları rasyonel bir şekilde bir araya getirmesini sağlayacak anahtarı da oluşturabilecek gelişkinlik düzeyindeydi. O soyutlama (sınıf savaşımı) bir kez yapıldı ve anahtar insanlığa emanet edildi. Bundan sonra insan toplumunda yaşanabilecek bütün gelişmelerin açıklamasına ilişkin tüm sandıklar o anahtarla açılabilir. Anahtar sürekli güncellenmelidir elbette, ama bu güncelleme bir açık kapatma faaliyeti değildir artık.

Tarihsel materyalizmi anlamakla “vakit kaybetmeyen” kimseler Marksizmi bir bilime, akademik bir yönteme, bir ideolojiye vb. indirgemekte, Marksizmin aslında bu bilinç biçimlerinin aşılması anlamına geldiğini yadsımaktalar. Bu indirgeme hali Marksizm üzerinde otopsi yapma, onun içerisinde eksik bulma faaliyetinin de temeli. Bir örnekle somutlaştırmaya çalışayım. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni bundan 135 yıl önce yazıldı. Bu kitapta temel alınan ve Henry Morgan’ın çalışmalarına dayanan bazı antropolojik hipotezler yanlışlanmıştır gerçekten. Peki, bu tarihsel materyalizmi yanlışlamaya yeter mi? Pozitiviste göre, yeter. Pozitivist, tarihsel materyalizmi tarih ya da sosyoloji teorilerinden bir tanesi olarak kavradığı için onun artık yanlışlandığını ileri sürebilir. Oysa Marx ve Engels sınıflı toplumu örneğin bir arkeolojik veriden hareket ederek tespit etmemiştir. Sınıflı toplumun en gelişkin olduğu yerden (kapitalizmden) geçmişe bakıp, geçmişe dair verileri ona yol açacak şekilde yorumlamışlardır. Marksizmi bilimsel bilgiye indirgeyen bir kimse ise bunu anlayamaz. 

Nereye geleceğimiz anlaşılmıştır. Bu yaklaşımın kadın tartışmalarında da sayısız örneği olduğu herkesin malumu. Yapısalcılığın Marksizme saldırıları en çok bu noktadan gerçekleşiyor. Çok kabalaştırırsak, “patriyarka ve kapitalizm birbirleriyle ilişki halinde olan iki ayrı yapı, zira ataerki kapitalizmden önce de vardı, Marx iyi bir adamdı, kapitalizmi iyi tahlil etti ama eril mantıktan kurtulamadı, kadınlar hakkında az yazıp çizdi…” ya da “reel sosyalizm de kadın sorununu çözemedi…”, bu sebeple “…Marksizm -bazı konularda- yanlışlandı, o yüzden kadıncılıkla tahkim edilmeli.” vb.

Marksizmi bütünsel olarak anlamayı reddedenler, kapitalizmi sınıflı toplumların zirve noktası olarak değil, toplumlar için seçimlik bir yapı olarak idrak ediyor, sınıflı bir toplumun zorunlu olarak yaratacağı hiyerarşik ilişkileri eşitsiz gelişim çerçevesinde değil, eril tahakküm çerçevesinde anlamayı öneriyor. Yaşamı yapılardan ibaret anlayan akıl, tarihin öznesine epistemolojik bir değer yüklemiyor, örneğin öznenin geri yönde atmak zorunda olduğu adımlara bütünsel ve tarihsel bir anlam veremiyor, tarihi ise sıra sıra çözülecek sorunlar silsilesi olarak idrak ediyor.

Marx’ın yazıp çizdiklerinin kaba saba bir soyutlamasıyla işçi sınıfının bütün üyeleri zamanla homojenleşmediği için Marx’ı “yanılmış” ilan eden görüşler bu kalıptandır, örneğin. Bu görüşler sermayenin bir ilişki olduğunu, emeğin toplumsallığını ve çok önemli olarak eşitsiz gelişimi tartışma dışı bırakmayı tercih ederler. “Marx ve Engels’in işçi ailesine dair öngörüsü tamamen yanlışlandı” diyen Gülnur Acar Savran bunun çok sayıdaki örneklerinden sadece bir tanesi.**

Konuyu tarihin öznesinden koparan bir diğer anlayış ise Marksizmi salt akademik bir yönteme indirgemektir. Çeşitli toplumsal çelişkilere bakarken takacağımız bir çeşit gözlük gibi, yani. Burada diyalektiğin bazı kategorileri kadın sorununa uygulanarak teorik bir çıkış yapıldığı düşünülüyor. Bu ise gerçek anlamda siyasal bir içerik taşımıyor, zorlama ve mekanik sonuçlara yol açıyor. "Siyasi" bir tez olarak kadın sorununun sınıfsallaştığı, ya da aynı anlama gelmek üzere sınıf savaşımının “feminize” olduğu ileri sürülüyor. Bu teze göre örneğin hizmet sektöründe kadın istihdamı fazlalaştıkça kadınların sorunları sınıfsallaşıyor. Yani sınıf çatışmasının cinsiyetler arası işbölümünde geçmişteki görünümleri yeteri kadar sınıfsal değildi. Bu yüzden "artık" Marksistler feministleşmeli, feministler de sınıfsallaşmalı. Çünkü sonunda bu ikisinin ortaklaşabileceği gelişkinlik düzeyine erişebildi kapitalizm...

Ne Yapmalı’nın, bir ideoloji teorisi olarak da bu konuya rehberlik ettiğini düşünüyorum. "Kadın" kavramı bütün toplumsal kategoriler gibi kapitalizmin bütün safhalarında ve öncüllerinde her zaman toplumsal ve dolayısıyla sınıfsaldı. "Sınıfsal" demek işçi-işveren ilişkisinden kaynaklı gündem demek değildir. Ne kadınların mesleki bileşiminin değişmesi, ne sınıfın cinsiyet bileşiminin değişimi, ne de yeniden üretim faaliyetinin niteliği tarihsel çelişkilerin çözümüne ilişkin formülasyonda bir değişiklik yarattı (onu daha da fazla kanıtlamak dışında). Tarihin son sınıflı toplumunda bu anlamda önceden olmayıp "artık" olan bir şey yoktur. Sınıfın bileşimindeki, niteliklerindeki şu ya da bu değişiklikler sınıfın kendisini ve onun tarihsel rolünü değiştirmez. Örneğin müslüman işçilerin sayısının artması sınıfın "İslamize" olduğu ve İslamiyet’in kültürel temalarının artık sınıfsallaştığı anlamına gelmez. Bunların özgül "ideolojilerinin" birbirine yakınlaşmasını gerektirmez. Elbette her şeyi sınıfsal ilan etmenin sınıfsal'ı hiçe indirgeme riskini taşıdığını inkâr edecek değilim, ama siyasetin konusu zaten bu çelişkinin (birel olan v. sınıfsal olan) kendisidir. Yoksa o çelişki yokmuş gibi davranmak değil.

Sosyalist ideolojinin formülasyonu herkesin malumu, kapitalizmin tasfiyesi. Buna ikna olmak “ideolojik” bir ayrımdır. Tekraren, ideolojik bir ayrım. "Ya burjuva ideolojisi, ya sosyalist ideoloji. İnsanlık tarihi bunun ortasını ortaya çıkarmış değildir ve sınıf çelişkileriyle yarılmış olan toplumda da sınıflar dışı ya da sınıflar üstü bir ideoloji var olamaz. Bu nedenle sosyalist ideolojinin küçümsenmesine yönelik her türlü girişim sosyalist ideolojiye konacak her türlü mesafe burjuva ideolojisinin güçlenmesi anlamına gelir." (Ne Yapmalı)

Bu konuyu toparlamak adına, her ne kadar bu konularda şematik benzerlikler kurmak sakıncalı olsa da, feminist hareketin Ne Yapmalı’ya konu olan ekonomist hareketle benzer bir akıl yürütmeyle ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Aslında sınıf konusunda yukarıda açıklanan çarpık anlayışı sebebiyle aksine asıl feminist düşünce sosyalizmi ekonomik indirgemeci bulur genelde. Ancak kast ettiğim, kendiliğinden hareket anlamında burjuva ideolojisinin kendi rahminde geliştirdiği muhalif varyantlardan birinin de (tıpkı ekonomizm gibi) feminizm olarak görülmesi gerektiğidir. Feminizmin varlığı tek başına bir olumsuzluk değil, bir vakıadır. Sorun, “kendiliğinden” olana düzen dışı anlamlar yüklemektedir. Oysa “kendiliğinden hareket tomurcuk halinde bilinçtir” en fazla, ve Marksistlerle feministlerin birbirine yaklaşması gerektiğini iddia edenlerin boşa düştüğü nokta bence burasıdır. Lenin, kendiliğindenliğin ürünlerini veri almadı. Örneğin “ekonomistler sosyalistleşsin” demedi. İşçilerin iktisadi sorunlarını siyasallaştırmalıyız, dedi. Bunu yapabilmek için onların kendiliğinden ideolojisinin cisimleştiği biçim olarak ekonomistleri yerden yere vurdu. Marksistlerin feministleri sosyalist yapmaya ihtiyacı vardır, onu da feminizmi veri alarak yapamazlar. Yani kadın mücadelesini büyütmek isteyen Marksistler bu yazarların önerdiği şey olan “kendiliğindenliğe öykünmenin” tam tersini yapmak zorundalar. Yapmaları gereken tam olarak feminist ideolojiyle mücadele etmek. Tarihe özneden bakmak bunu gerektirmektedir.

Bu konuyu özneye dair tartışmanın çeşitli türevlerine yaymak mümkündür. Örgüt formasyonu bir örnek olabilir mesela. Lenin Ne Yapmalı’da demokratizm yerine üyelerin niteliğinin yükseltilmesi gerektiğine dikkat çekerken aslında bu konuyu tartışmaktadır... Kadınlara özerk yapılar tahsis eden ve etmeyen partiler, kadın kotası uygulamaları vb. bu bağlamda tartışılmalıdır, gibi… Konuyu genel hatlarıyla açıklayabildiğimi sanıyorum. Marksizme ikamecilik yapmaya çalışanların sorunu tarih nezdinde özne olmamaktır aslında. Tartışma buradan kurulmalıdır.

Buradan bakınca feminizmin Marksizm bakımından yeri bana daha anlaşılır görünüyor. Türkiye’de sosyalist hareketin kadın konusunda otorite olmak için kat edeceği çok yollar olduğu inkâr edilemez. Ancak bu yollar kesinlikle yukarıda soyutlanmaya çalışılan düşüncelerden geçmiyor. Marksizmin yeniden üretilmesi “feminizmden beslenme” olarak anlaşılamaz. Feminist akıl yürütme Marksizmin çok gerisindedir. Bir soL Portal yazarından ödünç bir ifadeyle, ideolojik olarak yanlış yolu seçmemek kabalaştırma riskinden daha önemli. Böylece “bizim cenahtaki” kabalaştırmalara karşı bir inceltmeye de Ne Yapmalı’dan gidilebilecektir. Feminizm tek başına bir olumsuzluk değil, kapitalizmin nesnelliğidir. Burjuva üretim ilişkilerine ait bir bilinç biçimidir. Bu bir hakaret değil, objektivitedir. Bu ideoloji sosyalistlerin el vermesiyle düzenden kopmaz. Feminizm kendini nihai çözüm olarak dayattığı (bu ifadenin bir alt kümesi olarak Marksizme eklemlendiği) ölçüde de sosyalizmin savaş alanına girer. Bu tartışmalar aslında Feminizme karşı öznel bir düşmanlık sebebiyle değil, düzenden kopma ihtimali artan kadınları siyasallaştırmak, onları gerçek nihai çözüme yöneltmek için yaşanıyor. Tartışma sol ile sağ değil, solun aklını berraklaştırmak için sol ile sol arasında gerçekleşiyor. 8 Martlarda kadınlı-erkekli kortejlerin ideolojik şiddeti kanımca buraya vurmaktadır. Kadınların özgürlük mücadelesine (yeterli olup olmadığından bağımsız olarak) tek gerçek hizmeti komünistlerin verdiğinden şüphe duyulmamalı. 

Son olarak, bu düzen mutlaka değişecek. Mücadele edenlere, saygıyla.

 

*Bu konuda akıl açıcı bir tartışma için Bkz. Özgür Şen, Marx’ın Marksizmi (Birinci Baskı), Marksizmin Tamamlanmamış ama Bütünlüklü Yapısı, s. 30 vd.

** https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/02/09/gulnur-acar-savran-er...