Dinselleşme, Üniversiteler ve Kadın Olmak

Ebru Aylar

Blog: Serbest Kürsü

Üniversite ve mabet birbirinden ayrılamaz diye buyurmuştu Diyanet İşleri Başkanı. Din ve bilim arasındaki, yani dogmatik olan ile bilimsel bilgi arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi bir kenara atıp, bu ikisini bir bütün haline getirmeye çalışıyordu sözlerinde. Aslında yapılmaya çalışılan, yüzyıllar boyunca yapılmaya çalışıldığı üzere, bilimsel olanı dini dogmalar temelinde yeniden tanımlamaya çalışmaktı. Oradan bilim çıkmaz, insanlığın yararına ise hiç bir şey çıkmaz.

Dinselleşme toplumsal yaşamın tüm hücrelerine nüfus etmeye çalışıyor, farklı gündem ve görüntülerle çıkıyor karşımıza. Bu yazıda da bu görüntülerin akademideki yansımasına bakmaya, en azından bir giriş yapmaya çalışacağım.

Çarşamba günleri bu blogda Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) üyelerince yayımlamaya başlayacağımız yazılarla aslında yeni bir meseleyi ele almayacağız. Gördüğümüz, deneyimlediğimiz, belirli gündemlerde çeşitli karşıtlıklar üretmeye çalıştığımız dinselleşme başlığının üniversitelerdeki görüntüsünü, birlikte mücadele çağrımızı her daim yineleyerek, tüm yıkımlarıyla ele almaya, tartışmaya çalışacağız. Bu yazı başlangıcımız olsun. Yazıların genel çerçevesine dair belirtmem gereken bir diğer nokta ise üniversitede gericiliğin yansımalarını ele alırken odağımızın kaçınılmaz olarak kadın olmak üzerine yoğunlaşacağıdır.

Öncelikle AKP'li yıllara kısaca bir göz atalım.

AKP iktidarı son 13 yılda kamusal olana öyle bir saldırdı ki "kamuculuk" nasıl bir şeydi diye düşünür olduk. Piyasa değerleri bilimsel bilgi üretiminin ana hattına yerleştirilirken, üniversitelerin kamusal yarar esasına yönelik işlevi - sorumluluğu, sadece isteğe bağlı olarak yürütülen "toplumsal projelerle", sivil toplumcu bir hatta sıkıştırıldı ve doğal olarak sınırlandırıldı. Türkiye ve üniversiteler piyasanın işlerliği belirleniminde hızla dönüşüm yaşarken, ciddi bir gericiliğe de maruz bırakıldı. Piyasacı / gerici hat artık tüm toplumsal kodları hızla değiştirmeye başlamıştı.

Dinci gericilik önce bilimsel bilgiye saldırdı, kuvvetli öncüllerden birisi Evrim Kuramına karşı açılan cepheydi. İlk etapta saldırı Harun Yahya gibi taşeronlar aracılığıyla sürdürüldü. Sahte fosil sergileri açıldı, kâğıdından kapağına ciddi paralar harcanarak hazırlanan, evrim teorisini çürüttüğü iddia edilen kitaplar sokaklardan, akademisyen odalarına kadar her yerde bedava dağıtılır oldu. Daha sonra bu saldırı kurumsal olarak devlet eliyle yürütülmeye başlandı ve cephe genişletildi. 2004 yılında yürürlüğe giren ilk ve ortaöğretim müfredatı ile karşımıza çıkarılan yapılandırmacı yaklaşım, "öğrenci merkezli eğitim" güzellemeleri ile parlatılırken sahne arkasında bilimsel bilginin varlığını tartışmaya açan bir yaklaşımı gizlemekteydi. Bilimsel bilgiyi her türlü inanç ile eşdeğer tutan bu yaklaşım ilkokuldan başlayarak tüm öğretim kademelerine müfredat aracılığıyla yerleştirilmiş oldu. Bu tedrisattan geçen öğrenciler üniversiteye geldiklerinde ise AKP'nin üniversitelerdeki kadrolaşma hamleleri, yani yeni açılan üniversiteler ve AKP'nin organik akademisyenleriyle, Hacamat Kupa Teorisi Sempozyumlarıyla, Hz. Peygamber ve İnsan Yetiştirme Düzeni Sempozyumlarıyla karşılaştılar. Bu tablo altında bugün genetik veya biyoloji bölümünden mezun bir öğrencinin evrim teorisine "inanç" düzleminde yaklaşıp, "ben evrim teorisine inanmıyorum" yanıtını vermesi çok da şaşırtıcı olmamakta ne yazık ki.

Bu gelişmeleri çeşitli bilim dallarının üretimlerinin veya varlık zeminlerinin dinselleştirilmesi süreci takip etti. İlahiyatlaşan felsefe bölümleri, alternatif tıp tekniklerine odaklanan yeni tıp çalışmaları, yeni yaklaşımları tasavvufi alanlarda arayan eğitim bilim veya toplumbilim çalışmaları bunlara örnek olarak verilebilir.

Akademi dinselleşme karşısındaki en önemli ideolojik kırılmayı ise üniversitelerdeki türban tartışmaları ile yaşadı. AKP iktidarınca bireysel özgürlükler zeminine çekilerek sunulan üniversitelere türban ile girme gündemi; liberal sol unsurların da katkısıyla AKP'nin hanesine dinselleşme başlığında yazılan en önemli başarılardan birisidir. Bu süreçte kadınlar dinselleşmenin önemli bir sembolü haline getirildi ve türban kadının özgürleşmesi olarak sunulabildi. AKP’nin bu başarısı türbanın kamusal alana girmesi olarak okunmamalı sadece. Bu, aynı zamanda, içerisinde sol unsurların da yer aldığı önemli bir toplumsal kesimin muhafazakârlıkla ılımlaştırılması anlamına da gelmekteydi. Muhafazakârlık başlığında AKP’lileşen bu kitlenin kadınlar üzerinden sürece dâhil olması ise ele alınması gereken başka bir başlık olarak dursun bir köşede. Dönelim muhafazakârlıkla ılımlaşmaya. Ilımlaşma, AKP'nin organik akademisyenlerine yeni bir kitleyi, dinci gerici olmasalar da o dönemki konumlanışlarıyla dinselleşme hamlelerine onay veren bir kitleyi de ekledi. Pazartesi günkü yazısında Mehmet Ali Olpak, örgütlü gerici olmasalar bile dinselleşme ve gericilikle sorunu olmayan bu kitleyi de dâhil ederek, AKP’nin üniversitelerde kendi akademisyenini yaratma girişimine, yani AKP'nin akademisyenlerine değinmişti. Bu yazı da oradan devam etsin, öyle ya da böyle AKP’nin akademiye yönelik her türlü girişimi ile bir sorun tariflememenin AKP’nin hamlelerine güç kattığı artık nettir. “A gündeminde bu müdahalede haklılardı ama B gündeminde ise olmadı, hatalılar” şeklinde bir konumlanış bugün sizi AKP’nin akademisyeni konumuna rahatlıkla itebilmektedir ve itmiştir de.

Tüm bu gelişmeler üniversitelerdeki gericilik sarmalını kuvvetlendirerek bugüne kadar getirmiştir.

Kabaca bahsettiğimiz bu süreç tüm üniversite bileşenlerinde farklı boyutlarda etkiler yaratmaktadır. Bu etkileri en yoğun yaşayan odak ise kadınlardır. Dinselleşme toplumsal yaşamı, iş ve ev hayatını kendi normları temelinde şekillendirirken kadınların bu alanlarda var olma hakkını da kısıtlamaktadır. Var olma hakkı, yani kendi özgür iradesine sahip eşit bir birey olarak, erkeğe ve ataerki normlarına biat etmeden var olabilmek... Var olma hakkını bir kenara bırakırsak evet kadınlar vardır, evde, iş yerinde ve üniversitelerde vardırlar, ama bugün gericiliğin kıskacında olarak, onun belirlenimine uygun olarak var olmaktadırlar. Gericilik onların görünmez olmalarını ister, yani kadınların sadece emeklerinin değil, kendilerinin de görünmemesini tercih eder. Bir nevi sessizce, sana bahşedilen var olma koşullarına uygun olarak yaşamını sürdürmektir bu.

İlginçtir son 10 yılda Türkiye üniversitelerinde var olan kadın akademisyenlerin sayısı, akademisyenlerin sayısındaki genel artışa paralel olarak yüzde 104 civarında artmıştır. Tüm akademisyenler içerisinde kadınların oranı ise yüzde 43'tür. Bu önemi bir orandır ve buraya odaklanmak gerekir. AKP çeşitli göstergelerde bu sayıları kullanırken, akademi alanında yarattığı yaşantı içerisinde ise kadınları ikincil konuma itmekte, görünmez kılmaktadır. Kadınların akademideki oranı bugün önemli bir düzeyde iken akademi içerisinde kapladıkları alan bu düzeye ulaşamamaktadır. AKP kadın akademisyen sayısında bir artış yaşanırken, kadınların görünmezlik ve sessizlik düzeyleri de artsın istemektedir. Yaşanan tacizlere veya usulsüzlüklere sessiz kalmaları, ev ve çocuk bakımına öncelik vermeleri bu nedenle de bölümle/fakülteyle ilgili işlerle, özellikle de yönetsel işlerle uğraşmamaları beklenmektedir. Fakülteye giden gelen ve sessiz kalarak kadınlık rollerini yeniden üreten kadınlar. Özellikle büyük kentlerde olmayan üniversitelerde tablo daha da vahimleşebilmektedir.

Ama dayatılan bu sessizliğe karşı direnişler de olmaktadır. Bu sessizliği yırtma kararlılığındaki kadınlar daha çok göze batmış ve AKP'nin o yerelliklerdeki kurmaylarının hedef tahtasında yerlerini hızla almışlardır. Yakın bir dönemde üniversitelerde baskıya uğrayan akademisyenlerin önemli bir bölümünün kadın olması, bu kadınların seküler yaşam tarzlarının da sorgulanıyor oluşu bu nedenle şaşırtıcı değildir. Kadınlar dinselleşmenin kendilerine biçtiği kalıba sığmazken dikkat çekmiş ve daha çok baskılanmışlardır. Elifhan Köse, sessiz kalmayıp Berkin Elvan'ın ölümünün protesto edildiği bir gösteriye katılmıştır. Bu eylemin ardından hakkında dönemin başbakanına hakaretten dava açılmış, benzer davalardan çıkan farklı emsal sonuçlara rağmen dava hapis cezası ile sonuçlanmıştır. Bu liste daha da uzatılabilir; Oya Yağcı, Ceyda Sungur, Sevinç Özer, Deniz Kimyon ve diğerleri… Tüm bu örnekler AKP'nin akademi alanında da kadınları teslim alamadığının göstergeleridir.

Tüm bu yıkım ve dönüşüm baskıyı daha da artırmakta, yaygınlaştırılmak istenen sessizlik kültürü ile AKP kendi üniversitesi ve akademisyenini yaratmada emin adımlarla ilerlemek istemektedir. Bu nedenle önceliğimiz sessizliği kırmak, AKP'nin akademisyeni olmayı reddetmek olmalı.