Stalin, kolektivizasyon, sosyalizm, köylülük ve yeni köylülük

Burhan Özalp

Blog: Serbest Kürsü

Liberal gevşeklerin ağızları durmaz, sosyal medyada muhaliflik yapacağım derken Stalin’e laf söylemeden geçemezler. Bunlar liberal gevşeklerdir, bunlar iş yapmazlar laf ebeliği yaparlar. Bu nedenle iş yapmaya odaklı Stalin’in çelik disiplinini bir türlü kabullenemezler. Stalin, sosyalist devrim hedefinden asla ve asla vazgeçmeyen Lenin’in öğrencisi… Ne yapmışsa sosyalizm mücadelesi uğruna yapmıştır.

Üzerinden bazı nedenlerden dolayı biraz zaman geçti ama üzerine konuşmakta fayda var. 25-27 Mayıs 2016 tarihinde Isparta’daki 12. Ulusal Tarım Ekonomisi Kongresindeydim. Katıldığım sunumlardan bir tanesi “Yeni Köylülük Tarımsal Sorunlara Çözüm Olabilir Mi?” idi. Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA tarafından sunuldu. Hocamdır Ege Üniversitesindeki lisans eğitimimden. Sevgi ve saygı beslerim hocama. Katkısı çoktur bende. Ayrıca NK yayınlarını okumuş olanlar hatırlayacaktır, NK yayınlarından çıkan “Sosyalist Türkiye Hangi Kaynaklarla Kalkınacak” kitabında da bir bölüm yazmıştı. Ancak o zamanlar, hocam için kitaptaki yazarlar arasında biraz sağda kalıyor eleştirisi yapılmıştı. Haklılık payı var, birazdan nedenlerine geleceğim.

Hocam uzun süredir, Monsanto vb. şirket tohumlarıyla, kimyasal gübre ve kimyasal ilaçlı gübre ile yapılan endüstriyel tarım yerine, yerel tohumlarla yapılan ekolojik tarımı savunmakta ve bunun mücadelesini vermekte. Bir anlamda değerli bir iş yapmaktadır.

Hocam sunuma başladı. Başlar başlamaz ekranda, şimdi hatırladığım kadarıyla,” SSCB’deki sosyalizm köylülüğü yok etmeye çalıştı, Stalin’in zorla yaptığı kolektivizasyon köylülüğe zarar verdi” gibilerinden şeyleri görünce ve hocamdan bunları duyunca tüylerim diken diken oldu. Çünkü, Stalin ve SSCB konusunda çok hassasım. Hele hele anti-stalinist paradigmayla yapılmış eleştirilere hiç mi hiç gelemiyorum. Stalin dönemine yönelik yapılan eleştirilerin kaynağında Hruşçov’un yalanları ve tahrifatları olduğu artık gün yüzüne çıkması rağmen insanların hala bu gerçeklere gözlerini kapatmasını kaldıramıyorum. Hocamın sunumu sonuna kadar dinledim ve her şeyi not ettim. Sunumunda hocam modeli şöyle kurmuş özetle,

SSCB’deki sosyalizmin ve Stalin’in zorla yaptığı kolektivizasyonun köylülüğe zarar verdi.

Monsanto’nun başını çektiği dünyada 10 şirket tohum ve kimyasal ilaç piyasasını kontrol ediyor. Ayrıca gübre piyasasını şirketler kontrol ediyor. Bunlar, çiftçiler üzerinde bir hegemonya kuruyor, endüstriyel tarım dediğimiz bir tarımsal üretim biçiminin uygulanmasına neden oluyorlar.

Endüstriyel tarım doğaya ve insan sağlığına zararlı

Böyle bir ortamda kapitalist çiftçi, girişimci çiftçi ve yeni köylülük var. Kapitalist çiftçi ve girişimci çiftçi endüstriyel tarım yapıyor. Yeni köylülük ekolojik tarım yapıyor. Bu yüzden bu üçü arasından yeni köylülük seçilmeli.

Eleştiri, katkı, soru-cevap bölümünde ilk sözü aldım. Açıkçası akademik ortam falan dinlemedim, Stalin ve SSCB hassaslığımdan biraz da kendimi kontrol edemedim ve bir nevi açtım ağzımı yumdum gözümü. Konuşmama oturum başkanı müdahale edince daha da hararetlendim. Hocamın kurduğu modele itirazlarda bulundum.

Sosyalizmin özünde özel mülkiyetin ve meta ilişkilerinin böylelikle sömürü düzeninin ortadan kaldırılması vardır. Bu nedenle sosyalizm sırf köylülük karşıtlığı yapmak için köylülük karşıtlığı yapmaz. Biliyoruz ki mülkiyet düşkünlüğü köylülerde yaygındır. Stalin 1927’de kolektivizasyon kararı verdiğinde işlerin trajikleşmesindeki nedene bakacak olursak NEP döneminde zenginleşen köylüleri yani kulakları görürüz. NEP dönemi, bir zorunluluk olarak, Savaş Komünizmi sonrası gelmiş, bu dönemde köylülüğün ticaret yapmasının önü açılmıştır. Bir geri adım olan ve köylülüğün önünü açan NEP’i Lenin önermişti ancak Bolşevik Parti içindeki “işçi muhalefetini” oluşturan Şliyapnikov, Kollontay ve Stalin’i eleştirenlerin dillerden düşürmediği Trotsky eleştirmiş ve NEP’e karşı çıkmıştı. Ama kolektivizasyonu başlatan Stalin NEP’i savunmuştu. Yani, köylülüğe savaş açtığı iddia edilen Stalin aynı zamanda köylülüğün önünü açan NEP’in uygulanmasını sağlamıştı. Zaten mesele burada köylülüğü savunmak ya da köylülüğe karşı çıkmak değil. Sosyalizmin kurulması için şartlar neyi gerektiriyorsa onu yapmaktır. Köylülüğü bitirme operasyonu olarak kodlanan kolektivizasyon da bu açıdan ele alınmalıdır. Köylülüğü de fetişleştirmemek gerekiyor.

Evet, Marksistler şirket tarımcılığı üzerinden yapılan endüstriyel tarımın tarımsal üretimi verim-kar ikilisine indirgediğini kabul ediyor ancak buna kapitalist üretim ilişkilerinin neden olduğunun altını çizerek. Çiftçiler çok verimle büyük karlar elde edeceği yanılsamasına kapılarak zaman içinde bu tarımsal üretim biçimi benimsediler. Çünkü çok verim elde etmek istiyorlarsa, şirket tohumlarını bununla birlikte kimyasal gübre ve ilaç kullanmak zorundalar. Böylelikle endüstriyel tarım biçimi çiftçiler üzerinde hegemonya kuruyor. Ancak asla kapitalist üretim ilişkilerini görmemezlikten gelemeyiz.

Evet, endüstriyel tarım ile kullanılan kimyasal gübre ve kimyasal ilaç doğaya ciddi zararlar veriyor. Bu şekilde üretilen tarımsal ürünler insan sağlığına zarar veriyor. Son zamanlarda yapılan araştırmalar endüstriyel tarım ile üretilen tarımsal ürünler arasında kanser vakaları arasında ciddi ilişkileri ortaya koyuyor. Ama yine burada şunun altını çizmek gerekiyor, kapitalist üretim ilişkileri temelinde yapılan tarım çok verim ve kar elde etmeye dayanıyor. Bunun için de hiç düşünmeden kimyasal gübre ve ilaç kullanıyor. Bu nedenle, tarımın doğa ve insan dostu bir şekilde yapılması sosyalist devletin kamu gücüyle olacaktır. Çünkü çiftçiler başka bir türlü bir tarımsal üretim biçimi bilmemekte ve piyasa baskısından kurtulamamaktadır. Bu ancak sosyalist devletin bu alana yatırım yapması, bilimsel çalışmalarını bu yönde yapmasıyla gerçekleşebilir. Bugün tarıma girdi üreten şirketlerin, doğa ve insanla barışık bir tarım sistemine dönmesi mümkün değildir. Eğer, şirketler endüstriyel tarımdan vazgeçer de sürdürülebilir tarıma yönelik girdiler üretse bile, bu sefer de yine çiftçilerin şirketlere girdi bağımlılığı devam edecektir.

İçinde bulunduğumuz durumda endüstriyel üretim yapan kapitalist ve girişimci çiftçiliğe karşılık ekolojik tarım yapan yeni köylülük bir çıkış kapısı olarak gösteriliyor. Ancak, buradaki sıkıntılı durum şudur: Marx, kapitalin birinci cildine meta bölümüyle başlar ve uzun uzun ayrıntılı olarak anlatır. Çünkü kapitalizmin belirleyici özelliği meta üretimidir (buna bağlı olarak ücretli emek ve artı değer sömürüsü). Yeni köylülük, doğa ve sağlıklı ürün hassasiyeti olan bir kitleye tarımsal ürün üretmek. Bu da organik-ekolojik piyasa için üretmek olacaktır. Piyasa için üretmek meta ilişkilerinin devam etmesi demektir. Bu organik-ekolojik piyasa büyüyecektir ve talep artacaktır. Yeni köylülük kapitalist üretim ilişkileri içinde kaldığı için bu talebi karşılamak için büyümeye yani kapitalist ve girişimci çiftçiye dönüşmeye çalışacaktır. Bu yüzden yeni köylülük önerisi sıkıntılı bir öneridir. Kapitalizmi kabul eden onu aşmayı düşünmeyen mikro bir öneridir. Oysaki tarımın doğayla ve insanla ilişkisinin yeniden tanımlanmasında makro planlamalara ve müdahalelere ihtiyaç vardır. Bu nedenle, tam anlamıyla doğayla ve insanla barışık bir tarım sistemi sosyalizmde mümkündür ama bunun için de özel mülkiyet, meta ilişkilerinin ve sömürü düzenin ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Sonuç olarak

Hocama yapılan eleştiri, biraz kitaptaki yazarlara göre biraz sağda kalıyor eleştirisi, ne yazık ki yerindedir. Hocam sosyalizmi güncel, kapitalizme bir alternatif olarak görmüyor buna bağlı olarak da merkeziyetçiliğe karşı çıkıyor. Sistem içi önerilere sarılıyor bu nedenle…

Artık birçok araştırmacı, yazar, tarihçi kolektivizasyonun gerekliliğini, yerinde bir müdahale olduğunu; eğer kolektivizasyon gerçekleştirilmeseydi SSCB’de sosyalizmin kuruluşunun tehlikeye gireceğini, sanayileşmenin gerçekleşmeyeceğini, 2. Dünya savaşını SSCB’nin kaybetmesine neden olacağına ve kolektivizasyon ile Kızıl Ordunun dünyayı Nazilerden kurtardığını kabul ediyor. Grover Furr’dan dinleyelim:

“Bu ideolojik saptırmanın bir örneğini, tarımın Bolşevik kolektivizasyonunun antikomünist araştırmacılar ve yazarlar tarafından ele alınışında görebiliriz. Antikomünistler kolektivizasyona, ahlak dışı ve haksız olduğu gerekçesiyle hep saldırdılar. Ancak kolektivizasyon, SSCB’nin son derece hızlı sanayileşmesi için gerekli olan sermayeyi sağladı. Ve yalnızca sanayileşme, modern bir Kızıl Ordu’nun ortaya çıkmasını olanaklı kıldı. Teknolojik olarak ileri, modern bir ordu olmasaydı, Naziler SSCB’yi istila ederdi.”

Stalin NEP’ten çıkmakla ve kolektivizasyonla doğru yaptı. Eleştiri, Stalin köylülüğe savaş açtı. Ancak köylülük homojen değil, eleştiri yapanlar zengin köylülerin yoksul köylüler üzerindeki giderek artan baskısından, tarımdaki sınıf çelişkilerinin derinleşmesinden, tarımsal ürün fiyatlarının işçi sınıfı aleyhine artmasından hiç mi hiç bahsetmiyor. Savaş zengin köylülüğe karşı açıldı. Kemal Okuyan şöyle aktarıyor:

“İşte 1927, NEP'in damga vurduğu yedi karmaşık yıldan sonra, sorunların ve olanakların fazlasıyla biriktiği, dolayısıyla yeni bir dönemin açılması için nesnelliğin olgunlaştığı bir yıldı. Tannı gerçekten de kötülemeye başlamıştı. Yeni Ekonomi Politika'nın temel özelliklerinden olan, tanının endüstriye karşı kollanmasının sınıflar mücadelesine tercümesi açıktı. Devrimin öncü sınıfı Rusya proletaryası, tarımsal ürünler lehine açılan fiyat makası nedeniyle özverinin sınırlarını zorlamakta, kırlarda ise toprak sahibi köylülüğün yoksul köylülük üzerindeki baskısı dayanılmaz hale gelmekteydi. Tarımda sınıf çelişkileri derinleşmiş, buna, NEP sayesinde kısmen soluk almakla birlikte, kırlarda palazlanan zengin köylülüğe karşı kini giderek artan kent emekçilerinin saf tutması eklenmişti. “

Tekrar olacak ama yine de söyleyelim sosyalist kuruluş için tarımın sosyalizmle barıştırılması buna bağlı olarak kamucu müdahaleler ve kolektivizasyon kaçınılmaz olarak yapılmak zorunda. Köylülüğe karşı bir savaş verildiyse o da NEP zamanı daha da zenginleşen zengin köylülere karşı verildi. Yine Kemal Okuyan aktarıyor:

“Kolektifleştirme hareketinin yeni bir kızıl terör dalgası yarattığı biliniyor. Şiddetin çoğu kez kolektifleştirmenin tek aracı olarak ortaya çıkmasının dört temel nedeni var. Bunlardan ilki, tamamen tarihsel. Bolşeviklerin, yüzyıllardır yoksul köylülerin iliğini kurutan zengin toprak sahiplerinin ortadan kaldırılması gereken bir sınıf olduğu konusunda kemikleşmiş görüşleri vardı. İkinci olarak, iktidarın sahibi proletaryanın devrimden sonra kendine açlıktan başka bir şey vermemiş olan bu sömürücü sınıfa duyduğu kin var. Kulaklardan çok çeken yoksul köylülüğün siyasal iktidarın desteğini alınca patlayan öfkesi, terörü destekleyen bir diğer etmen. Son olarak, tarihsel sonunu hisseden toprak sahiplerinin Sovyet iktidarının yetkililerine, kolektifleştirme hareketinin militanlarına karşı yürüttüğü sinsi eylemlerin doğurduğu tepkiden söz edebiliriz.”

Çok da uzatmak istemiyorum. Belki kolektivizasyon mecburen “zorla” olmuştur ama bazen “güzellik” zorla gelir.

Bir noktadan sonra asıl mesele şu noktaya gelir. Hedefimiz sosyalizm mi yoksa kapitalizm içi reform mu? Biz birincisinden yanayız. Bu yüzden de Stalin dönemini anti-komünistlerin ve anti-stalinistlerin tezleriyle değerlendirmeyiz.

Daha önce söylemiştik ama yine söylemekte zarar yok.

Biz stepleri, o geniş ufuklar olmaksızın, Volgayı susuz, Rusya'yı Stalin'siz düşünmeyiz…

Ve hala son kadehlerimizi Stalin’in şerefine kaldırırız…