Öz ve biçim üzerine

Burhan Özalp

Blog: Serbest Kürsü

Bu yazıda, öz ile biçim arasındaki ilişkiyi incelemeye ve biçimin çok fazla ön plana çıkarmanın olumsuz yanlarını farklı örneklerle altını çizmeye çalışacağım.

Özün ne olduğu, ne olması gerektiğinden bağımsız ya da özü bir kenara bırakıp, öz ile ilgilenmeyip kendi dışındakilere biçim yoluyla etkileme ve dışındakileri kullandığı bu biçim ile kendine hayran bırakma neredeyse bir fetiş haline geldi. Öz ile biçim arasındaki diyalektik ilişki koptuğunda, insanlar “saçmalamaya” başlıyor. Çünkü insanın normal zamanlarda yapmayacağı şeyleri yapmaya başlıyor. Örneğin, bu aralar bele kadar çekili ya da paça kısmı dar ve kısa pantolonlar giymek moda oldu. Başka zaman giyseydin insana deli derler ama biçim fetişizmi yaptırıyor. İnsan bunu yapınca daha önemli, yakışıklı, güzel olduğu hissiyatına kapılıyor. Ama öz olarak ne olduğunun pek kafa yoracak yanı yok. Başka bir örnek, 3500 tl maaşı var, normal bir evde değil 24 metrekareye 400 lira kira verip kalıyor ama kredi çekip jip ya da 50-60 bin liraya sıfır araba alıyor, ona biniyor.     

İnsanı hayvandan ayıran akıl derler ama aklın da oluşmasının temelinde pratik yatar. Bu nedenle de insanı hayvandan ayıran pratiktir, eylemdir, müdahaledir ve bunun sonucundaki üretimdir. Bunlar ise insanın özünü oluşturur. Her pratik, eylem, müdahale toplumsal üretim ilişkileriyle iç içedir.

Her pratik, eylem, müdahale emek gücünü gerektirir. Emek gücü, Marx’ın Kapital 1’de tanımladığı gibi, insanın canlı varlığında mevcut olan ve onun herhangi bir kullanım değeri üretirken kullandığı fiziksel ve zihinsel yeteneklerin bütünüdür. Dolayısıyla düşünmek gibi zihinsel faaliyetler emek gücünü gerektirmektedir. Ancak düşünmenin bir derinliğe ulaşması ve düşünürken olayları bir bütün olarak görmek okumaya, araştırmaya, denemeye, öğrenmeye yani bilgiyi artırma süreçlerine bağlıdır. Bu süreçlerden kopartılmış bir düşünme sonucunda üretilmiş fikirler ve buna dayanan pratikler, eylemler ve müdahaleler sığ, yüzeysel kalmaya mahkumdur.

Okuma, araştırma, deneme, öğrenme pratiklerini gerçekleştirmek insanın kendisini geliştirmeye ve değiştirmeye yönelik önemli bir eylemi ve müdahalesidir. Böylece soyutlamanın, yorumlamanın ve düşünmenin derinleşmesi sağlanır.  Bunun sonucunda da önemli üretimler gelir. Bu insanın özünü oluşturmasında kritik noktadır. Çünkü öz oluşturma bir anlam oluşturmadır. Özün anlamlı olması insanın psikolojik olarak kendisini iyi hissetmesini sağlar.

Biçim ise özün dışarıya sunumudur ya da özün kendini dışavurumudur, yansımasıdır. Bu açılardan baktığımızda öz ile biçim arasındaki ilişki çok önemlidir. Çünkü özden yalıtılmış, öz ile alakası olmayan biçim aldatıcı ve göz boyayıcıdır.

Ve günümüzde kapitalizm ideolojik aygıtlarıyla insanın özü ile biçimi arasındaki köprüyü yıkmıştır. Öz yerine meta tüketimine dayalı olan öz yanılsaması koymuş, dolayısıyla buna bağlı olarak biçim insanlar için sine non qua (olmazsa olmaz) durumunu gelmiştir. Özününü kaybetmiş olan insanın elinde kalan tek şeydir biçim. Kapitalizm insanı özünden uzaklaştırdığı ya da yerine başka bir şey koymasıyla insanı silikleştirmekte ve önemsizleştirmektedir. Bu nedenle “biçim” insanın kendisini silikleşmediğini, önemsizleşmediğini göstermek için elinde kalan tek araç…

İnsan özünü kaybettikçe biçim üzerine beğeniler sıradanlaşmakta ve ortaklaşmakta çünkü sistem sıradanlaştırmakta ve ortaklaştırmakta.

Örneklere geçelim…

SOSYAL MEDYA
Biçim fetişizminin yoğun olarak yaşandığı alan burasıdır. Paylaşmak güzel bir kavram mamafih içi bu kadar boşaltılmamıştı ya da başka bir anlama gelmek üzere bu kadar kullanılmamıştı. Paylaşmakta bir ortaklık, bir beraberlik vardır ama sosyal medyadaki paylaşmakta düpedüz teklik, kendine dönüklük ve bencillik var. Bütün paylaşımlar ne için yapılıyor? “Like-beğen” almak, paylaştıklarına “yorum” almak için daha açıkçası kendini beğendirmek için. Kimileri de kendi dışındakileri kıskandırmak için paylaşım yapıyor. Yediği yemeğin öyle domates salatalık değil şaşalı sofraların, tatildeki mayolu-bikinili fotoların, havalimanındaki-restorantlardaki ckeck in’lerin paylaşımı. Bu paylaşımlarda manevi bir birliktelik ortaklık görülüyor mu? Elbette hayır! Öz olarak meta tüketiminin biçimsel sergilenmesi yoluyla kendini önemli göstermek tek amaç olmuş durumda. Bunda kapitalizmin insanın özü yerine meta tüketimini koyması etkili ve insanlar sahip olduğu metaları paylaşıyorlar aslında.

Bir de tabii ki sosyal medyada siyasi yorumlar ve analizler var. Herkes ideolog olmuş durumda. Tamam, düşünmek ve ifade etmek önemli ancak ifadelerdeki sığlık ve yüzeyselliğe ne diyeceğiz? Like-beğeni yapana mı kızarsın yoksa sıradan bir analize saçma sapan yorum yapana mı? Bu da aslında bir nevi biçimsel fetişizmdir. Siyasi yorum ve analiz olsa da paylaşımına like-beğeni ve yorum alma gayreti. Bu gayret kişiyi daha da sığlaştırıyor ve yüzeyselleştiriyor. Çünkü en verimli saatleri beğenilerini, yorumlarını takip etmek onlara cevap yetiştirmek ile geçiriyor. Peki öz itibariyle siyasi yorum ve analizde derinleşmek için okumak, araştırmak, denemek, öğrenmek ne olacak? Pek tabii onlara vakit kalmıyor. Ulusalcı, milliyetçi, faşist, emperyalist, kapitalist, burjuvazi, liberal, yetmez ama evetçi, pkk, terörist, uşak vb. kelime ve kavramları cümle içinde kullanmak her türlü sığ ve yüzeysel analiz yapmaya yetiyor. 

Kimileri de edebiyatçı, bilim adamları gibi ünlü kişilerin internetten bulduğu sözlerini paylaşır. Okuyup okumadığını geçelim, o sözlerin o kişilere ait olup olmadığını sorgulamaz bile ama olsun paylaşınca biçimsel olarak güzel duruyor.  

Sosyal medya kullanmak biçimcilik mi? Elbette hayır! Sosyal medya mı? Öz ve biçim birliği açısından azı karar, çoğu zarar…

GÜLMEK VE GÜLDÜRMEK
Mizah çelişkiyi görmektir. Güldürürken de çelişkiyi göstermek gerekir. Çağımızın çelişkisi emek sermaye çelişkisidir. Diğer çelişkiler bu temel üzerinde yükselir. Burada öz emek sermaye çelişkisidir. Güldürmek bu özü baz alarak biçimsel araçlar geliştirmektir. Ancak günümüzde güldürmek sadece biçimsel bir kaygı haline geldi. Ne anlattığın önemli ne değil nasıl güldürdüğün önemli.

Peki günümüzde insanlar nelere gülüyorlar? Öz olarak bir anlamı olmayan, bir şey anlatmayan saçmalıklara gülüyorlar. Gülmek ayıp mı? Tabii ki değil ama neye gülündüğünü de bilelim. Klasik bir örnektir ama gerçektir: “Recep İvedik”. Milyonlarca kişi izledi ve güldü. Ne anlatıyor? Plaza diliyle “nothing”. Milyonlarca kişi hiçbir şeye mi gülüyor? Kabalığa, cahilliğe, lümpenliğe methiye düzemeyeceğimize göre, evet hiçbir şeye, kabalığın, cahilliğin, lümpenliğin dışavurumu saçmalıklara gülüyor. Söylemiştik, insan özünü kaybettikçe biçim üzerine beğeniler sıradanlaşmakta ve ortaklaşmakta çünkü sistem sıradanlaştırmakta ve ortaklaştırmakta. Kimyadan hatırlarsınız “benzer benzeri çözer”, insanda da bu vardır. İnsanın da güldüğü içten içe kendidir. Kendi kendine güler aslında.

Bir milyonların güldüğü Recep İvedik var; bir de Chaplin’nin Modern Zamanları var. Fabrikada bant başındaki Chaplin’in halleri çok komiktir. Ama öz olarak kapitalizmle ilgili çok şey anlatır.

Son zamanların en çok gülünen programlarından “Güldür Güldür” bu konuda iyi bir örnektir. Bu program da öz olarak bir şey anlatmaz. Sadece güldürmek için biçimsel araçlara kafa yorarlar. Tiye alma, cinsellik, kadın erkek ilişkileri, gelin-kaynana, iç ve doğu anadolu şivesi, kelime oyunları, kavramlar arası uzaklık ve tezatlık… Aslında jenerik müziği şöyle olan bir programdan entelektüel olarak fazla bir performans beklememek gerek:

Dünyayı anlamak zor bir mesele
Ama hayata geçiyor şöyle böyle
Her şeyden uzaklaşıp gülmekse mesele
Katıl aramıza ve de sen de söyle…

11. teze girmeden kısaca söyleyelim, bakın ne güzel kafaları şekillendiriyorlar. Sorgulamayın, boş verin, bizimle takılın, eğlencenize bakın. Ekranları başından milyonlarca emekçi insan 2 saat izleyecek ve gülecek ama sonra sömürü düzeninde yaşamında yaşamaya devam edecek. Gerçi böyle bir program yapmasalar ekranda yer alamazlar. Kapitalizm sınırları çiziyor, bana öz ile değil biçim ile gel diyor.

Cem Yılmaz’dan bahsetmedin diyenler olabilir. Yapacak bir şey yok ona da çok gülüyoruz. Hatta günlük hayatımıza ondan espiri alıntılarıyla devam ettiğimiz de oluyor. Ama öz olarak ne olduğu ortada…

Gülse Birsel, Haluk Bilginer ve Gani Müjde’li Komedi Türkiye’nin ise komedisi bile yok.

Şafak Sezer, Kadir Çöpdemir vb. bırakın güldürmeyi acınacak haldeler…

Hadi bunlar ünlüler, ünsüzlere ne demeli. Amatör tiyatroların da çoğu da güldürme kaygısında. Bu kaygıyı üniversitelerin tiyatro festivallerinde görebilirsiniz. Örneğin, bir grup Dario Fo’nun Ödenmeyecek Ödemiyoruz oyununu oynuyor. Ama grup oyunu hazırlarken bütün kaygısını seyirciyi güldürmek üzerinden güdünce metnin ne anlattığı ne anlatmak istediği ise buharlaşıp gidiyor.

Ama kapitalizmle derdi olanlar da oldu. Brecht “sezuan'ın iyi insanı” oyununda kapitalizmde istesen de iyi insan olamayacağını güzel anlatır ve de güldürür. Öz ve biçim birliği de budur.

Hep gülelim ama boşu boşuna gülmeyelim. Cefasını yine kendimiz çekiyoruz…

ŞİİRDE BİÇİMCİLİK
Son yıllarda Turgut Uyar, Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya gibi ikinci yeni şairlerinin şiirlerinden genelde aşk üzerine olmak üzerine mısralar sosyal medyada paylaşmak, sokaklara yazmak moda oldu. Bakınca biçim olarak güzel duruyor. Ama ikinci yeni şairleri şiirlerinde öz olarak bir şey anlatmazlar. Biçime önem verirler. Bunu ben değil, zamanında Turgut Uyar, Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya ve birçok ikinci yeni şairi yaptıkları açıklamalarda dile getirmişlerdir. Şiirlerinde yoğun imge kullanmaya, kelimelere farklı anlamlar katmaya, kelimeleri rastgele yan yana getirmeye, içe kapanmaya ve anlaşılmamaya çalışmışlardır. Kaldı ki şiirlerinde ortaya bir anlam çıkarsa o da rastlantısal olarak çıktığını söylerler. Bunda Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’ın başını çektiği birinci yeniye (garip akımı) tepki yatmaktadır.

Eğer, Turgut Uyar, Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya hele hele Ece Ayhan şiirlerini okursanız birçok şiirinden pek bir şey anlayamadığınızı ve anlamaya çalıştığınızda da başınıza ağrılar gireceğini göreceksiniz. Zaten ikinci yeni şairleri anlaşılmaya pek önem vermemişler, böyle bir kaygı gütmemişler. Bu yüzden Ece Ayhan okuyucu için “akbabalar, leş kargalar” diyebilmiştir. Peki o zaman “neden şiir kitabı çıkartıp satmaya kalktın” diye de sorası geliyor insanın…

İlginç bir şekilde Sol Yayınlarının kurucusu olan Muzaffer İlhan Erdost’un isim babası olduğu İkinci Yeniye 1950’lerde parlaması karşın 1960 sonrası olmuştur? Özde anlamsızlığa bu kadar anlam yükleyen İkinci Yeni 1960 sonrası etkisini yitirmeye başlamış, yerini toplumsal gerçekçilik almaya başlamıştır. İkinci Yeni 1950’lerdeki Demokrat Parti’nin baskı döneminin etliye sütlüye dokunmayan içe kapanmanın ve sisteme dokunmayan şiiridir. Belki de bu yüzden son yıllarda tekrardan moda oldu.

İkinci Yeni örneğini neden verdim? Özden yalıtık ya da özü ihmal etmiş bir biçimciliğin gideceği yol sınırlıdır. Ama toplumsal gerçekçi Nazım unutulmuyor hiçbir zaman…

BİR ŞİİR İKİ BESTE
Şimdiye kadar biçimi neredeyse yerden yere vurduk. Önemsiz midir biçim? Asla! Öz olarak çok güzel şeyler söylersiniz ama biçiminiz kötüyse o güzellikler gümbürtüye gider. Buna güzel bir örnek, bilenler bilir Can Yücel’in “Sardunyaya Ağıt” şiirini. Koğuştaki bir saksı sardunyanın, esrar yetiştirilebilir ya da saksıya zulalanabilir ihbarıyla alınıp götürülmesini kara mizah ile anlatır. Bu şiiri Yeni Türkü ve Fazıl Say besteledi. Ancak iki beste arasındaki fark dağlar kadar. Yeni Türkü bestesi “Sardunyaya Ağıt”taki kara mizahı gümbürtüye götürmüştür. Fazıl Say bestesi ise hem bu kara mizahı yansıtabilmiş hem de insanı hareketlendiriyor ve insanda bir coşku uyandırıyor. Dolayısıyla bir özün nasıl sunulduğu önemli…

TEORİ Mİ? PRATİK Mİ?
Teorisyenimiz, devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz demiş. Devrimci teoriden yalıtılmış devrimci pratik bir süre sonra yorar ve mücadeleden koparır. Çünkü siyaset canlı, kapitalizm canlı ve hep karşı saldırı üretiyor. Bu saldırıları nasıl göğüsleyeceğiz, önümüze yememiz için parça koyduklarında parçanın ait olduğu bütünü nasıl göreceğiz? AKP’yi demokrasi, 2. Cumhuriyeti Kemalizmle hesaplaşma, Ergenekon’u derin devletle hesaplaşma, Ortadoğu ayaklanmalarını Arap Baharı ve HDP’yi sol parti diye önümüze koyduklarında bunlara karşı çıkacak ve dik duracak devrimci teoriye sahip olmanız gerekir. Değilseniz reel siyasette savrulursunuz. Kaldı ki, en militanlarımız kapılıp gitmedi mi reel siyasete ve kapitalizmin ideolojik saldırılarına.

Devrimci teoriyi karşı tarafa aktarmak da önemli, ilkelerimizi yeri gelir en sekter bir şekilde, kimileri hoş bulmasa da Kemal Dervişi Aytek Soner Alpan gibi konuşturmayarak, yeri gelir en uygun kelimeleri seçerek ve karşı tarafa elden geldiğince anlayışlı ve mütevazi davranarak  anlatırız.

Teori öz ise pratik biçimdir. Salt biçim ise sıkıntılıdır.

Kapitalizm çubuğu biçime bükmüş durumda, bu bükülmüş tarafta kalmamak gerek, özsüz bir biçimin hiçbir anlamı yok. Özü şimdi öne çıkarma ve en iyi biçimle sunma zamanı…