Geh marş, gehey alafranga / Düzd-i gama vurdular pranga*

Bekâm Örün

Blog: Serbest Kürsü

-bir izmir marşı karmaşası-

Çiçeği burnunda vezir-i âzam Binali Yıldırım -2014 yerel seçimlerinde nal topladığı İzmir'e ustası ile gelişini saymazsak- ilk yurt gezisini geçtiğimiz günlerde memleketi Erzincan'a yaptı. Kente vezirlere layık bir karşılamayla girdi Yıldırım. Zurnasından nakkaresine, kurrenayından çevgânına ve tabii ki borusuna kadar tekmil mehterân, belediyenin kapısında hazırolda bekliyordu kendisini. Yıldırım makam aracıyla uzaktan görünüp de inende, mehterbaşının ya Allah! çekmesi ve asasını havada belli belirsiz bir ıslık sesi çıkaracak şekilde sallamasıyla başladı mehterân bildik ve fakat kendilerinden hiç beklenmeyecek bir marşı icra etmeye:

İzmir Marşı!

Öyle ya, "Binali ile çok kolay" sloganıyla ve -hangi verilere dayanarak olduğunu bilmiyoruz ama- bir şekilde gerçekten kazanacağını umarak girdiği belediye seçimlerinde İzmir ahalisinin ona "çok zor Binali" diyerek, İzmir Marşı eşliğinde çektiği güzel uğurlama henüz hafızalarda pek taze iken, şimdi çiçeği burnunda vezir-i azama reva mıydı bu mehterânın yaptığı? Yakışık alır mıydı İzmir'den yüzlerce kilometre uzakta, İzmir Marşı'nı yüzüne vura vura depreştirmek adamcağızın kötü hatıralarını? Kaderin cilvesi mi yoksa trolün birinin nüktesi mi demeliydi şimdi bu olaya? İlk notalar duyulduğunda kendisinin hatıraları depreşip yüzü düştü mü yoksa acısını içine mi attı bilinmez; farklı kamera kayıtlarına mutlaka bakılmalı. Ancak sözler girip de marşın -üstelik Kemal Paşa ile özdeşleşmiş bir marşın- kendisine uyarlandığını fark ettiği anda profilden yüzünde oluştuğu görülen azbıyık altı gevrek gülümseme, şayet bu gülümseme selefi gibi yüzünde ömrübillah çakılı değilse,  görüntülerle sabittir.          

Ne kaderin cilvesi, ne bir trol nüktesi. Mehterânın marş seçimini, büyük ölçekli ve geniş; ama nafile bir ikâme çabasının küçük ve kendi ölçeğinde meydan okuyan bir parçası olarak okumak gerekiyor. Pek muhterem Alman büyüğümüz Marx'ın çok yerinde bir tespitiyle, emekçilere yüzünü dönmeyen cumhuriyetlerden ilki trajedi oluyor; ikincisi ise, tarife gerek var mı; düpedüz komedi.

Eskisi yerine bir türlü kurulamayan ikinci cumhuriyet bir yandan ilkine mekân ve zaman tanımaksızın bulduğu her fırsatta meydan okurken; birinci cumhuriyetin bıraktığı boşluğu, kimi zaman sahiplerinin kolaylıkla yok sayılabilecek birikimleriyle, çoğu zaman yine birinci cumhuriyetin kurumlarının pek rezil replikalarıyla ya da bu iki kaynağın bileşkesinin, konuya göre o ya da bu tarafa ağır basan ortalaması ile ikâme etmeye çalışıyor.

Kemalist devrimin muhtemelen en radikal deneme ve açılımlarını sergilediği alan olan kültür – sanat alanında ise, belki de hiçbir başlıkta zorlanmadıkları kadar zorlanıyorlar. Birincisi, bu alan doğrudan laik toplumsal katmanlar ve kentler üzerine kurulu, köklü ve onlara zimmetli olduğu için. İkincisi, ikinci cumhuriyetin sahiplerinin bu alan özelinde birinci cumhuriyetin en kötü replikalarını bile kaldıramayacak denli karanlığa gömülü olduğu için. Üçüncüsü, bu alanda ellerinde mehterân ve ebru kursu açma fikrinden başka bir birikimleri olmadığı için.

Hiç sevmedikleri padişah II. Mahmut, 15 Haziran 1826’da Yeniçeri Kışlası’nı topa tutup da taş üzerinde taş ve omuz üzerinde baş koymamasından sadece iki gün sonra mehterânı batılı ordunun tören yürüyüşüne uymayacağı bahanesiyle kapatılıyor ve o günden sonra temelleri atılan Mızıkayı Hûmayun modern müzik kalıplarına uygun bir askeri bando olarak onun yerini alıyor. Bu tarih aynı zamanda cumhuriyete doğrudan uzanıyor; Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın da kuruluş tarihi sayılıyor.

Ellerindeki yegâne birikim ise, mehterândır.

Mehterâna kilit vuran modernistlerin marşını mehterân eşliğinde Binali Yıldırım'a uyarlamak, birinci cumhuriyetin  ve aslında daha geniş anlamıyla Türkiye modernleşme tarihinin çok kötü, içler acısı bir ikâme çabası ve aynı zamanda melez bir replikasıdır.

Ortaya çıkan tablo ise, komedinin sınırlarını zorlamaktadır.

Görünen köy kılavuz istemiyor. Binali Yıldırım ve mehterânı, ikâme için sanıldığından da düşük bir profil veriyor. İkinci cumhuriyet, kültür – sanat alanı da dahil olmak üzere hiçbir alanda dikiş tutmuyor. Tutması da mümkün görünmüyor.

***

Gelelim İzmir Marşı'na. Sürpriz güfteli İzmir Marşı haberi duyulur duyulmaz, AKP karşıtı haber sitelerinin hemen hepsi, Kemal Paşa'nın yerine Binali Yıldırım'ın konmasına bir hayli içerleyen ve tepki gösteren haberler yaptı. Fakat haber içeriklerinde aynı zamanda marş ile ilgili bilgi vermeye girişen ve Vikipedi'deki birkaç yalan yanlış cümleyi kaynak aldıkları belli olan haber sitelerinin tümü aynı biçimde peş peşe çuvalladı. Onuncu Yıl Marşı'nın Kenan Doğulu'dan çıkma tekno versiyonunun günde üç kez tok karnına çalınıp dinlenmesi ile birinci cumhuriyeti kurtarabileceği sanrısı ve hamasetindeki bu siteler, kaynak Vikipedi olunca; olanca coşkuyla sahiplendikleri marşın bestecisini, güftecisini, bestelendiği tarihleri birbirine sokmakla kalmayıp, marşı da başka marşlarla karıştırdılar.

Kafa karışıklığı Vikipedi haberciliğinin yanında kuşkusuz aynı isimde birden çok marş bulunmasından kaynaklanıyor. O halde internetin rivayetle dolu yumağının içinden sıyrılıp, buraya işin doğrusunu not etmeli:

İzmir Marşı, üçtür.

En çok bilinenden en az bilinenine doğru gitmek gerekirse;

İlki, bu yazının konusunu oluşturan ve "İzmir'in dağlarında çiçekler açar..." sözleriyle başlayan malûm marştır. Bestekârı, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın, 1877 – 1950 yılları arasında yaşayan İzzettin Hümayi Elçioğlu'dur.

Lakin burada bir karışıklık daha var. Hangi yılda bestelediği net olmasa da, Elçioğlu marşı "Kafkasya Marşı" olarak, kendisinin de katıldığı rivayet edilen Kafkasya Cephesi'ne ithafen bestelemiş ve muhtemeldir ki marşın "Kafkasya dağlarında çiçekler açar" diye başlayan sözlerini de kendisi kaleme almıştır. Bu bilgiyi Kemal Tahir Yorgun Savaşçı romanında, Enver'in ondan küçük dayısı Halil Paşa'nın ağzından, şu şekilde desteklemektedir: "Umduğumuz gibi, Kafkasya dağlarnda çiçekler açsaydı, düşman önümüzden kaçsaydı bile biz, 95 bin kişi ile Turana ulaşamazdık..."

Dolayısıyla bizim İzmir Marşı diye bildiğimiz marş, esasen Kafkasya Marşı olarak yazılmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında bir dönem "İnönü dağlarında çiçekler açar..." şeklinde de söylenen marş, muhtemeldir ki 9 Eylül 1922'den sonraki bir tarihte İzmir'e ve Kemal Paşa'ya uyarlanmıştır. Bu durumun benzer bir diğer örneği de "Hoş gelişler ola kahraman Enver Paşa"nın 1920 sonrasında yine Kemal Paşa'ya dönüşmesidir. Romantik, maceracı ve yenik Enver'den muzaffer Kemal'e; bir İttihatçı paşadan bir diğer İttihatçı paşaya marşların, aşağı yukarı aynı yıllarda uyarlanması gayet normaldir de, yüz yıl sonra bir düşük profilin işin içine dalış yapması tarihin son kertede ileri doğru dönen çarklarının arasında un ufak olmakla yazgılıdır.

Belirtmeliyiz ki bu marş coşkusu ve görkemi ile, bu satırları yazanın fikrince, belki de Sovyet marşlarına en çok yaklaşan Türk marşıdır. Muammer Sun'un düzenlemesiyle icra edilen ve Kurtuluş dizisi jeneriğinde "birinci batarya ateş" nidalarıyla başlayan versiyonu ise hemen her açıdan her türlü övgüyü hak etmektedir.**

İkinci marş, ilkiyle sürekli karıştırılan bir başka İzmir Marşı'dır. Yukarıdaki marştan yıllar önce, 19. yüzyılda bestelenmiştir. Sözsüz olmakla birlikte, bestecisi, yine hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın 1825 – 1893 yılları arasında yaşamış Mehmet Ali Bey'dir. Kendisi Mızıkayı Hûmayun'un ilk şefi Giuseppi Donazetti yaşamını yitirdikten sonra onun yerini alan Callistu Guatelli'nin yardımcısıdır; miralaydır. Bu marşın bestekârının Türkçe bazı internet kaynaklarında 1907 yılında İzmirli Rum Zahariyadis Efendi olduğu belirtilse de, bu bilgi tamamen uydurma görünmektedir. Zahariyadis'in bestelediği bilinen tek marş, Arap Marşı'dır. Yunanca tüm kaynaklarda İzmir Marşı'nın bestecisi anonim olarak geçmekle birlikte Yunanistan'da "Emvatirio tis Smirnis" adıyla bilinip pek popüler olan, oldukça da güzel düzenlemelerinin yapıldığı*** bu marş üzerinde Yunan tarafının besteci düzleminde bir iddiası bulunmaz iken bir kısım gevşek ağızlı memleket liberalinin Zahariyadis adını telaffuz etmesi,  "şu kemalistlerin marşları bile çalıntı" diyerek maydanoz olup konuyu döndürüp dolaştırıp sınıflardan azade ezilen ulus mağduriyetine bağlama çabasından başka bir amaç gütmemektedir.

1900'lerin ilk yıllarında taş plak kayıtlarının Selanik, İzmir ve İstanbul gibi kentlerde yapılmaya başlanmasıyla birlikte, bu kentlerde ardı sıra pek çok taş plak firması kuruldu. Bu firmalar kendi bünyelerinde kurdukları orkestralarla yaptıkları kayıtları taş plaklara basarak satmaya başladılar. Mehmet Ali Bey'in İzmir Marşı'nın da o yıllarda iki ayrı plak şirketi tarafından iki ayrı kaydı yapılarak taş plakları piyasaya sunuldu: Odeon firması tarafından basılan ve Odeon Orkestrası'nın icra ettiği, 1908 – 1912 yılları arasında kaydedilmiş, 31883 katalog numaralı plak kaydı**** ve Orfeon firması tarafından basılarak Rüzgâr Orkestrası'nın icra ettiği, 10439 katalog numaralı plak kaydı*****. Bu iki kaydın çıkış tarihleri de bahsettiğimiz ilk marşı, şüpheye yer bırakmayacak şekilde öncelemektedir.

Üçüncü marş, yine bestekârının birincisine her ne sebeptense uygun görüldüğü, "Türk İzmir Marşı"dır.  Mustafa Nermi'ye ait olan ve "Karanlıklar üzerinden çekilince..." diye başlayan sözlere sahip bu marşın bestecisi, Kurt Striegler adında bir Alman'dır. Marş 20'lerin başında bestelenip ilk kez 1923'te Dresden'de canlı olarak çalınmış; 20 ve 30'lu yıllar boyunca Türkiye'de çeşitli defalar icra edilmiş; sonra notaları ortadan kaybolmuş ve marş unutulmuştur. 2004 yılında Dr. Mete Soytürk tarafından Dresden Devlet Kütüphanesi Müzik Arşivi'nde notaları bulunup İzmir Ahmet Piriştina Kent Arşivi'ne bir kopyası teslim edilen marş, bulunduktan sonra ilk kez 5 Ekim 2007'de İzmir Devlet Senfoni Orkestrası tarafından icra edilmiştir. Henüz herhangi bir kaydı mevcut olmamakla birlikte, notalarından anlaşılabileceği üzere, diğer ikisinden tamamen farklı bir marştır.

***

80'li yıllarda çok meşhur olup TRT İzmir Stüdyoları'nda çekilen "Evet – Hayır" yarışmalarında üç yasak vardı. Sorulan sorulara evet ya da hayır diye yanıt vermek ve başı emme basma tulumba gibi sallamak. Yarışmacılar mehter marşı eşliğinde yarışmanın sunucusu Erkan Yolaç'ın yanına gelir ve o iki yasak sözcükten birini söyledikleri anda, -Mehmet Ali Bey'in- İzmir Marşı'yla sunucu tarafından yerlerine uğurlanırlardı.

Mehterânla gelen ve zaten elinde devirdiğinin yerine mehterândan başka koyacak hiçbir şeyi olmayan kıt, sığ ve cahil karşı devrimi 2014'ün yerel seçimlerinde İzmir Marşı ile İzmir yereli ile sınırlı olarak uğurlamak ve bunun sohbetini yapmak kuşkusuz keyiflidir de, bu uğurlama, emekçi sınıflara dayanmadıkça geçici ve tali olmaya mahkûmdur.

Mehterânla geleni İzmir Marşı ile geldiği yere uğurlayacak İzmir marşlarının her üçünün de kullanım süresi dolmuştur. Karşı devrim şayet İzmir Marşı ile uğurlanacak ise, artık  İzmir marşı karmaşasını toptan çözecek dördüncü bir İzmir marşı gerekmektedir. Bestekârı olmayan, daha doğrusu kolektif olarak, halk tarafından kent meydanlarında, fabrikalarda, okullarda, sokaklarda bestelenecek; ne trajedi ne de komedi ile sonlanacak bir marş.

Dördüncü İzmir marşı...

Üçüncü cumhuriyet!

Sosyalist cumhuriyet!


* "Bazen marş, bazen alafranga

Vurdular keder denen hırsıza pranga"

İkinci Mahmut'un kızının Halil Rıfat Paşa ile evlenmesi münasebetiyle yapılan düğünü anlatmak için manzum bir surnamede geçen iki mısra. (Osmanlı Marşları, Kalan Müzik Arşiv Serisi)

** https://www.youtube.com/watch?v=9kLW-QVuvV8

*** https://www.youtube.com/watch?v=yovkdvHvmMk

**** https://www.youtube.com/watch?v=dYQhPrRphkk

***** https://www.youtube.com/watch?v=f2ap6Va3i7w