İlan No 2

Ahmet Cenk Arpacıoğlu

Blog: Serbest Kürsü

İnsan hayatının her ânını gelişi güzel veya belirli bir temelde sınıflandıracak olursak bu yolla ayrıştıracağımız çok şey olabilir. Örneğin mutlu,huzurlu veya belirli bir memnuniyet seviyesinin altında bir durumda olduğunu ayırt edebiliriz veya ekonomik olarak görece iyi veya kötü ânlarını belirleyebiliriz. Yada hastalıklı veya sağlıklı olduğu ânlar ile geleceğine yönelik endişeli veya memnun olduğu ânları... Göremeyeceğimiz tek şey  ise hayatın sosyal olandan uzak "karmaşık" olmaktan uzak bir yerinin yöresinin olup olmadığıdır. Yalnız bir bölgesinin olup olmadığıdır. Bu ulaşılması çok zor olmayan kabul bahsi geçen varlığın tanımı yapılırken iletişim, hafıza, öğrenme gibi bir çok başlıktan yararlanılmasından beslenir.

Potansiyel veya kinetik olsun hareketsiz bir ânımızın olamayacağı gerçeği -ki bu gerçek paylaşımlarımız sırasında elde ettiklerimiz ve kazandırdıklarımız veyahut elde ettiklerimiz üzerine kendi inşaa ettiğimiz anlara göre potansiyel, kinetik başlıklarına dağılıyor- üzerinde çalıştığımız varlığı karmaşık kılan en büyük gerekçe diyebiliriz.

Bütün bunları söyledikten sonra eklenmesi gereken ise sosyal olandan uzak herhangi bir olgunun yani sayısal olanın hayatımızda yarattığı ilizyon olsa gerek. Herhangi bir şeklin bir başkasıyla girdiği ilişkinin sonucunun “budur” kesinliğinde kabul görmesi hatta bütün bu ilişkilerin gerçekliğini bu kabulün oluşturması sayısal olandan uzaklaşıldığında koca bir bulanıklığa sürükleneceğimiz algısını yaratır. Oysa bunun nedeni uzaklaştığımızda şekillerin çoğalmasıyla alakalıdır.

Bahsettiğimiz karmaşıklık koca bir ilizyonun ürünüdür yani. Tıpkı yüz yıllardır keşfetmeye devam ettiğimiz evrenin iki keşif evresi arasında ileri olanına duyulan imkansızlık hissi gibi.

Bunca “ayrıntı” nın ardından sonsuz bağ ile birbirimizle kurduğumuz ilişki sonucu oluşturduğumuz topluluğa bahsi geçen imkansızlık hissinin gereksiz olduğunu gösteren dostlarımızın alameti farikasının asgari seviyesine iyi bir analizci olmaları olsa gerek...

Kabulleri, şekilleri ve onların değişme eğilimlerini kestirebilen, nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin seyrettiği veya bizzat içinde olduğu ilişkiden sonuçlar elde eden onları biriktiren sonra çıkarıp kullanan analizciler olmasları...

İcat edilen, keşfedilen her şeyin ihtiyaçlarımız veya doyurmaya çalıştığımız amaçlarımız sonucu varolduğunu söylemek çokta zor olmasa gerek. Ya da daha ilgi çekici bir örnekle politik olarak bir amaç oluşturmak, oluşturulan tezlere karşı çıkmak... Tutarlı düşünceler silsilesi için analizlerin gizlenemeyecek rolü olduğu oldukça açık.

Yaşadığımız dünyanın yaşamaya doymaksızın yaşayabileceğimiz bir yer olmadığı herhalde bir çok insanın kabul edeceği bir önerme olur. Ancak bizi yaşamaya yalnızca “yaşadım” diyebilmenin ötesinde sıkı sıkı bağlayan amaçlarımızın, doğru tesbitlerin ürünü olması birçoğumuzun imkansızlık hissini sonlandırma yetkisine kavuşması anlamına gelir.

Geçenlerde krize sürüklenen burjuva siyasetinin duygularını köşesinde ifade eden Erhan Nalçacı “Dikkat, yeni esas ajan aranıyor” demişti. Bahsettiği zamanın birinde imkansız olarak görülebilecek olan burjuva siyasetinin analizleri sonucu uygun anahtar arayışıydı. Elbette onların arayışı kendi dünyaları için besledikleri kaygıyla ilgili. Kaygılarının ise kaybedeceklerinin fazlalığıyla ilintili.

Bizim kaybedeceklerimizin ise onların ki kadar “yüklü” olduğu söylenemez. Ancak bizim dünyamızın onlarınkinden daha imkansız olduğu kesinliğiyle bitireyim: Sonuç elde edebilen onları biriktiren sonra gerektiğinde kullanabilen sosyal ajanlar aranıyor.