Bir de ağzı var dili yok Diyarbekir Kalesi*

Mesut Bayram

Blog: Kurdewarî

Bombaların kilometrelerce uzaktan insanları ayağa kaldırması gereken bir yer Diyarbakır. Ancak en büyük patlamalarda en ufak kıpırtı olmuyor insanlarda. İnsanların kulaklıktan yüksek ses dinlediği bir yer değil, işitme kaybı yaşayan bir toplumda yok keza. Bombaların normal karşılandığı bir anomaliden bahsediyoruz. Sur’da Gaziler caddesinde Ulu Camii bahçesinde, Melik Ahmet caddesinde İmam hatip lisesinin hemen karşısındaki kahvehanede insanlar tam yanlarında dönen çatışmada hiç rahatsız olmadan çay içiyorlar.

Savaş’a üzülmek, savaşa sinirlenmek, savaşa taraf olmak, hatta savaş istemek bile insanlar tarafından ortaya çıkan duygulardır. Pekiyi ama ‘geçen gün şuraya da bomba düştü’ diyecek kadar sakin kalınmasının sebebi Kürt’lerin üstün insanlar olmasından mı kaynaklanıyor acaba?

Biraz geriye doğru gidilip bakıldığında aslında hiçbir insani üstünlük olmadığını görebilirsiniz. Kentte geçmişte yaşanan 2006 ya da 2011 olaylarında sokaklarda kaç kişi olduğunu, dışarı çıkanların nelere tepki gösterdiğini tüm tepkili halklar gibi olduğumuzu görebilirsiniz.

9 Şubat’tan 12 Şubat’a kadar Haber Nöbeti ile birlikte bölgede yaşanan “kısıtlı bölge savaşını” gözlemlemek ve habercilere yapılan baskıları kırmak için bölgede bulunduk soL Portal’ı temsilen. Bu nöbetin gazetecilik açısından amacı savaşı aktarmaya çalışan gazetecilerin sebepsiz tutuklanmasına (örnek Beritan Canözer sırf “heyecanlı” olduğu için tutuklandı.) tepki gösterip onlara yalnız olmadıklarını hissettirmekti. Ayrıca savaşı diğer bölgelerdeki insanların da gündemine sokmaktı.

Haber Nöbeti adına konuşmuyorum elbette. Kendi gözlemim olarak söyleyebileceğim şudur. Savaş bölgede bile birçok insanın gündemine girmiyor, en azından savaş haliyle girmiyor. Sonuçlarla kavga edenler var. Örnek olsun işlerine gidemeyen esnafların isyanı var ama bu bile sadece Sur’da dükkânı olanların kaygısı. Emekçilerin önemli bir kısmı zaten asgari ücretin altında çalışıyorlar ve onlara maaş ya da maaşsızlık çok fark etmiyor. Haber yaparken Gaziler ile Melik Ahmet’in kesiştiği köşede baharatçıda çalışan bir genç yanaşarak “biz açlıktan ölmeyiz abe 3 aydır gitmiyorum ha bak buradayam işte! Savaş bitsin abe o yeter abe!”, diyordu. Ve haklıydı.

Peki insanların neden gündemine girmiyor savaş? Neden süregiden bir savaşın gölgesinde çay içer insanlar? Bunca umutsuzluk nereden türedi?

Cegerxwîn kültür merkezine asılan kocaman pankart tüm bunlara örnek gösterilebilir. Cegerxwîn gibi aydınlanma savaşçısının adının verildiği bağlama kursuna çevrilmiş kültür merkezinin üzerinde, “Fitre ve zekâtlarınızı Rojava ile dayanışmak için falanca hesaplara yatırın!” pankartı yazıyorken ne düşünür insanlar. Tam da Park Orman kavşağında yani kültür merkezinin karşısında ise “Surdakilere Ensar olun!” ilanı asılı durmakta.

Bu gericiliktir insanların umutlarını bitiren.

Kürt halkının hassasiyetlerini gericiliğe indirgeyip öldürülen katledilen bir halkın acılarını sanal hassasiyetlere kanalize ettiler ve insanlar hareket edemezler haldeler. Her sıkıştığında sandığa çağıran bir diktatörle sandıkta hesaplaşabileceklerine inandırıldılar. Halkı katledenlerin çektikleri fotoğraflardan duygulanan bir diktatörü masalara dönmeye çağıranların umutları bitirdiği bir toplum var ortada. Roboskili aileleri katilin sofrasına davet eden de bunlardı.  

Artık bölge halkı bile bir şeylerden yana umut edecek halde değil ama buna rağmen fütursuzca “üç beş ağaca sokakları yıkanlar neden isyan etmiyor” söylemi dolanıyor ortalıkta. Bu argümanı ısıtanlar sandıkta diktatörü yenebileceklerini sananlarla aynı kişiler değil midir? 10 Ekim katliamının divanını 1 Kasım sandığına kuranlar değil midir?

Ayrıca da İmralı tutanaklarında geçtiği üzere aynı kişiler diktatörü kurtardıklarını kendi ağızlarıyla itiraf ediyorlar. Tüm bu temsil oynanırken şu anda Surdaki çay içenler nasıl sindiyse nasıl umutsuzsa Kadıköy’dekiler de aynı sebeplerden dolayı umutsuz. Örnekler farklı ancak denklem aynı. Çünkü onlara da umutlarını sandıklarda gericilerle birleşmek olduğu söylendi çare olarak birçoğu da buna ikna oldu. Olmak zorunda hissetti.

Sonuç olarak gerici olana ikna edilen halkların çalınan umutları sonucunda kırmızıçizgilerini çiğnemiş halk yığınları yaratıldı. Bu toplumsal mühendisliğin Akepe’ye yarayacağı aşikârken yapıldı tüm bunlar. Bunları yapanlar değil ama bunlara kananlar gerçekten gericiliğin onları kurtaracağına inandı.

Gericilikten medet umduranlar artık halkı hareketsiz bırakmış olduklarının farkındalar. Gericilik herkesin üstünden geçmeye çalışmaktadır. En ufak bir yaprak kımıldamasına tahammülü yoktur. Ucuz solculuk bile artık fazla gelmektedir.

Daha söylenecek çok söz var ama çözümü konuşmamız gerekiyor. Sorun, gericiliğin mecburiyetine ikna edilmek istenen emekçi kitlelerin verili durumur. Çözüm ise topyekun kurtuluş, emekçilerin ölü toprağını üzerlerinden atması, ayağa kalkmasıdır.

Dostu Suudi Arabistan son düşmanı Ekvador olan bir diktatörden medet gelmeyecektir. Daha fazla gericilikten çözüm çıkmayacaktır. Çözümün ağırlığı omuzlarımızdadır, çözüm bellidir. Daha fazla omuzdan başka hiçbir şeye de ihtiyacımız yoktur.


*Ahmet Arif’in DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR VE ADİLOŞ BEBENİN NİNNİSİ şiirinden alınmıştır.

** Bu kısa görüş yazısına ek olarak mutlaka Kemal Okuyan’ın Boyun Eğme dergisinin 19. Sayısındaki "Erdoğan Türkiyesi'nde vicdan yarıştırmak" yazısı ve Özkan Öztaş’ın da “Dinselleşen Türkiye’de Kürt siyaseti” yazısı okunabilir.


Katkı ve önerileriniz İçin: [email protected]