Yüz akı bir öykü kitabı: Temiz Kâğıdı

soL Kültür - Fatih Mutlu

Blog: Kent Kültür Sanat

“Ben tam kırk yedi Mustafa tanırım

Onun kadar Mustafa görmedim daha”

Ergin Günçe

Mustafa Çevikdoğan, 1984 doğumlu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu, öykücü. Halide Edip Adıvar’dan Hüseyin Rahmi Gürpınar’a varıncaya kadar pek çok önemli ismin eserlerinin yeniden edisyonunda çalıştı, pek çok kitabın editörlüğünü yaptı. İlk kitabı Temiz Kâğıdı yeni yayımlandı.

Mustafa Çevikdoğan’ı ilk olarak natama dergisindeki öyküsüyle tanıdım. Daha sonra dergilerde ve fanzinlerde çıkan tüm öykülerini okudum. Çün’ün de iki sayısında kendisinden öykü istedik ve bizi kırmadı.

Öncelikle şunu söyleyebilirim ki Temiz Kâğıdı’nı bir “ilk kitap” olarak görmüyorum. Bana göre çıkması gecikmiş bir olgunluk dönemi eseridir. Her şeyden önce Türkiye’nin geçmiş edebiyat birikimini yansıtan, öyküden şiire, sinemadan müziğe pek çok göndermenin hiç göze batmadan yer aldığı, iyi tasarlanmış öyküleri vardır Çevikdoğan’ın.

Kahramanları –popülerliği ne mutlu ki giderek azalmakta olan– tipte kahramanlar değildir. Yani vurup kapıyı giren, “klark çeken” kahramanlar değil. Durup etrafına bakan, gördüğü bir uyarı levhasından iç dünyasına dönen, sokağa giren, tekrar dış dünyaya yönelen kahramanlardır. Yine hâkim anlayış sayabileceğimiz “herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde” geçen öyküler değil, bir mekâna ait ve bir zamanı olan öykülerdir. Sözgelimi Kafkavari bir biçimde, ‘malum davanın olduğu günlerde’, bir sabah uyandığında evinin kafeye çevrildiğini gören Birgül’ün başından geçenlerin anlatıldığı Başlangıcın Sonu adlı hikâye, 2010’ların Yeldeğirmeni’nin ya da Karaköy’ünün hikâyesidir. Bu hikâye aynı zamanda günümüzde bir devlet dairesinin de başından geçenlerdir. Köşesiz Adam öyküsünün –ki bir açıdan tam bir köşeli adamdır– geçtiği yer Bağcılar’da bir ara sokaktır. Kızların Bize Bakmadığı Yer öyküsünde kahramanın dolaştığı sokaklar tüm eski referanslarıyla birlikte 2010’ların Beyoğlu’sudur. Joyce için söylenen, “Dublin tamamen yıkılsa Ulysses’e bakılarak yeniden inşa edilebilir” sözü mekânın ne kadar önemli olduğunun da bir vurgusudur. Bu açıdan her ne kadar 2010’ların İstanbul’unu yeniden kurmak istemesek de Çevikdoğan’ın öyküleriyle en azından Beyoğlu’nun güzel bir fotoğrafını elde ederiz.

Başka türlü söyleyecek olursak: Çevikdoğan ‘şah çekmez’, ‘oyun kurar’. Kahramanları işlerini aceleyle halletmez. Birkaç sayfa içinde âşık olup hacca giden, belediye tarafından evi istimlak edilip yola çevrilen, Gencebay dinlerken taksiden inmeyen, şov peşinde kahramanlar değildir. Hepsi bulunduğu yerin, yani buraların yerlisidir.

Bana göre bu ‘oyun kurma’nın istisnaları da yok değildir. Çün’ün 2. sayısında da yayımladığımız, aramızdaki adı ‘deprem öyküsü’ olan Sıkça Sorulan Sorular isimli öyküsü ve kitaba giren, daha önce nepal fanzin’de okuduğum TDK’nın -de ve -da eklerinin ayrı yazımını kaldırmasından sonra yaşananların özeti diyebileceğimiz Son Dedaist öyküsü bu istisnalardandır. Belki de depremde enkaz altında kalmak ve bir toplumsal çatışma tam da böyle durumlar olduğu içindir ki yine yazarının ustalığını gösterir.

Benim için kıymetli olan bir diğer meseleyse öykülerinde geçen ister eski argo olsun, ister yerel ve arabi-farisi tamlamalar olsun, geniş bir kelime hazinesinin öykülere ustalıkla yedirilmesidir. Örneğin ımızganmak, saparta, baştankara gibi kelimelerin yeniden kullanıma girmesi Çevikdoğan’ın dilini zenginleştiren öğelerdir.

Bir özel bilgi ve bir alıntıyla yazıyı bitirmek istiyorum ki Mustafa Çevikdoğan’ın ince işçiliğiyle ilgili fikir verebilir. Kızların Bize Bakmadığı Yer isimli öyküsünün adında geçen yerin neresi olduğunu sorduğumda kendisinden daha enteresan bir bilgi edindiğimi hatırlıyorum. Mesele, kızların bize bakmadığı bir yerin varlığı değil, tıpkı Chinatown filmindeki Çin Mahallesi’nin ‘işlevsizliğinin’ öyküde denenmesidir. Dokuz kez atıf yapılıp filmin Çin Mahallesi’nde bitmesi dışında Çin Mahallesi’nin filmle doğrudan bir ilgisi yoktur. Hikâye başka bir yerden akıp gider. Bunun gibi Çevikdoğan’ın kahramanı da kendi öyküsünü başka yerlerde yaşar ve finalde Kızların Bize Bakmadığı Yer’e gelir.

“Başını ağrıtıyor diye şarap içmezdi eskiden. Şimdi akşamları bakkaldan bir şişe alıp kuytuda içiyor. Bakkal artık kınayarak bakıyor ona. Hep aynı yerlerde dolaşıyor olsa gerek. Bu mahalleden başka bir yer bilmedi ki. Şu binada doğdu, şu, şu binalarda oturdu. Teyzesi şu binada yaşardı. Şu binada bir kadın balkondan atladı. Şurada öğrencileri tutukladılar. Şu binanın duvarları depremde çatladı. Şu ağacı Mari Teyze dikti, yanındakini Hayri Amca."