8 Mart’ı bir film ve bir tabloyla anmak: La Voz Dormida ve Guernica

Beril Azizoğlu

Blog: Kent Kültür Sanat

"Bu film; mezar başlarında sessizce ağlayan, mahkumlar için kendilerini feda eden, karakollarda, hapishanelerde ve infaz mangaları önünde hayatını yitiren tüm kadınlara bir saygı duruşudur."

Üç yıl süren İspanya iç savaşından sonra Franco rejiminin ikinci yılında, Kasım 1940’da  Madrid’de bir hapishaneye açar vizörünü yönetmen Benito Zambrano. Rahibe kadınların, günahkar kulları bağışlaması için "kadınların en mübareği" diye seslendikleri Meryem’e yakarışlarını duyarız. Bir koğuş dolusu kadının feryatlarına karışır bu sesler. Biraz önce Meryem’e yakaran gardiyan rahibelerin ellerindeki listeden okudukları isimlerle; birbirlerine sarılan, çaresizce ağlayan bir koğuş dolusu kadın… Birkaç dakika içinde kurşuna dizileceklerden biri, sadece dansa gittiğini hiçbir suçu olmadığını tekrarlar durur, acı acı. Kadınlar, kadınları ölüme uğurlar… Ağlamamaya ve güçlü olmaya çalışan kadınlar, tüfekler üzerlerine doğrultulduğunda bağırır "Faşistler…Cani Franco…" Tek tek yere düşen dizi dizi insanlardan, tekrar koğuşa geçer görüntü...   Tüfek seslerini duyan, ayağa kalkan ve yumruklarını sıkarak enternasyoneli söyleyen kadınlara…

İspanyol senarist ve yönetmen Benito Zambrano’nun, 2011 yapımı La Voz Dormida'sı (The Sleeping Voice), Madrid doğumlu Dulce Chacón’un aynı adlı romanından uyarladığı bir film. Dilimize Uyuyan Ses olarak çevrilmiş.

Yoldaşlıklarından başka dayanacak ne bir yargının ne bir kurumun olduğu, kilise ve yönetimin el ele; içi ajanlarla, ihbarcılarla dolu faşist rejimine boyun eğmeyen kadınların dayanışmasının öyküsüdür izlediğimiz...

1936 yılında “Cumhuriyetçi Halk Cephesi” yönetimine karşı başlayan İspanya iç savaşı, geride yaklaşık 600.000 insanın yaşamına mal olan bir vahşeti tarihe kaydederken, faşizme boyun eğmeyenler için bitip tükenmek bilmeyen on yılları da peşi sıra getirmiştir. Cumhuriyeti savunanların dağlarda mevzilenmesi ile onlarla ilişiği olduğu düşünülen herkesin yok edilmeye çalışıldığı 1940’lı yıllara mercek tutar Yönetmen Zambrano.

İki kız kardeş üzerinden örülen öyküde; savaş suçlusu Hostensia, hamile olduğu için cezası doğuma kadar ertelenen bir idam mahkumudur. Hortensia’nın  kardeşi Pepita ise politikayı, insanı ağına düşüren siyah bir örümceğe benzeten babasının görüşünü benimseyen ve rahibelerle aynı inanca sahip olduğunu sanan, okuma yazması bile tam olmayan bir kadındır. Ancak film boyunca yaşananlar onları, aynı mücadeleyi veren iki kadın haline getirecektir.

İspanya İç Savaşı sırasında cumhuriyetçilerin yanında yer alan kadınların tanıklıklarıyla La Voz Dormida ‘yı yazmış, Dulce Chacón. Film ekibi, Pepita’nın gerçek hayattaki kahramanını da ziyaret etmiş, çekimler sırasında. Kitabı okuyup çok beğendiğini ama filmi izlemediğini söylemiş gerçek Pepita, "…ne izleyeyim, zaten yaşadım, aynı acıları tekrar görmek ve yaşamak istemiyorum,  kitabı okuyabilmem bile yıllarımı  aldı" demiş.

La Voz Dormida’nın yazarı Dulce Chacón’un kadınların ezilmişliği ile ilgili iki romanı daha var. 1996 yılında yayımlanan ilk romanı, Algún amor que no mate, kocası tarafından istismara uğrayan bir kadın hakkında. Bu romanı José Saramago “sert ama gerekli” diye nitelendirmiş. Kadınlar için cinsiyete dayalı şiddete karşı çalışmalarıyla da öne çıkan Dulce Chacón’u  kocası Miguel Ángel Alcántara, en iyi silahları kelime ve yazı olan kararlı, solcu, agnostik bir kadın olarak tanımlamış.

La Voz Dormida’yı filme uyarlayan yönetmen Benito Zambrano ise,sinematografi eğitimini Küba’da almış. Solas ve  Habana Blues’dan sonra üçüncü filmi La voz Dormida (2011) ile en iyi film ve yönetmen de dahil olmak üzere o yıl, 9 adaylık ile Goya'ya aday gösterilmiş, Pepita rolüyle Maria Leon, Goya En İyi Çıkış Yapan Kadın Oyuncu Ödülünü ve filmde kocasını savaşta kaybeden ve öğretmen maaşı çocuklarına bakmak için yeterli olmadığı için gardiyan olan Mercedes rolüyle de Ana Waganer, Goya En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödüllerini almış.    

Filmin renkleri savaşın rengidir; kül rengi, gri ve siyah. Picasso’nun Paris’te memleketi için yaptığı Guarnico tablosuna götürür bizi... İspanya iç savaşını Picasso, yaklaşık 5 metre yükseklik ve 7,8 metre genişlikteki tuvale bu renklerle taşır. Alman uçakları beş bin nüfusa sahip Guernica'yı 26 Nisan 1937'de bombalar. 1654 kişinin öldüğü ve çok sayıda sivilin yaralandığı kayıtlara geçmiştir. Kadınlar ve sembollerle anlatır savaşı Picasso. Sırtında mızrak olan bir ata korkuyla bakan kadın, insaniyetin kaba kuvvet karşısında pes edişine bakmaktadır. Boğanın yanında belli belirsiz ağlayan bir güvercini de görür bu kadın, atın yanına düşmüş sürücünün kırılmış kılıcını da.  Bu vahşi sahnelere elindeki gaz lambasıyla ışık tutar, bu kadın.  Korku içindeki bir başka kadın ise; parlayan ampüle bu karanlığı nasıl aydınlatılabileceğini anlayamayan boş gözlerle bakmaktadır. Kucağındaki ölü çocuk için feryat eden bir kadın daha vardır tabloda…

İspanya iç savaşınının dehşetini simgelerle anlatan Picasso’nun Guernica tablosunun, İspanya'ya girmesini Franco hükümeti yasaklamıştır.

İspanya’yı 36 yıl boyunca diktatörlükle yönetmiş olan Francisco Franco, koyu bir katolikdir, Rusya’nın Cumhuriyetçilere yaptığı silahlı yardıma rağmen, emperyalist devletlerin desteğiyle, muhafazakarlık ve milliyetçiliği de kullanarak yirminci yüzyıl tarihinin koyu karanlık sayfalarını hiç şüphesiz Hitlerle birlikte kanla yazanlardan biridir.

Filmde de belirtildiği gibi üç yıl süren savaşın ardından, hapishaneler ve hendeklerin politik bir fikri olan veya olmayan insanlarla dolu olduğu yıllardır. Hapishanedeki hamile ablasına yardım için Madrid’e gelen, cahil Pepita’nın mücadelesi de ablasının örgütlü mücadelesiyle, rejimin acımasız koşullarında eşitlenir. Azim ve direnç, zorbalık ve yobazlıkla insanlığı kaçıncı kez sınava almıştır. Sadece bir ekrandan veya beyaz perdeden seyrederek bile edilmesi bu kadar güç bir tarihe, bir filmle veya bir tabloyla tanıklık etmek mi bu kadar zordur yoksa  hâlâ etmekte olduğumuz gerçeği  mi?

Fimin, Picasso’nun aynı acı dolu yılları anlatan Guernico tablosundaki kadınları bize hatırlatan keskin-geometrik  çizgilerin netliğindeki  dramatik yapısının, basit bir melodrama dönüşmediği  La Voz Dormida, izlemesi güç bir film.  

Kadın insanlar  vardır  bu filmde;  hapishane duvarları gibi soğuk, merhamet dileyen ama merhametsiz olan   rahibe gardiyanlardır bunlar ve insanca yaşanabilecek bir dünya için mücadelelerinden bir an bile vazgeçmeyen, ağlayan, seven, aşık olan, doğuran, boyun eğmeyen insanlar olan güçlü kadınlar vardır. Tıpkı 8 Mart 1857 tarihinde, New York’ta bir dokuma fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için direnen ve fabrikadaki yangında  kilitli kalarak ölen 129 kadın gibi, güçlü kadınlar…

Hostensia, kocasının onun için yaptığı kolyesi boynunda gider idama,  kulağında yaşamın bir simgesi gibi kimi zaman sevinçle, kimi zaman acıyla sallanan küpeleri, artık bebeğinindir. Onun kim olduğunu, ne için mücadele ettiğini anlattığı günlüğünün arasına koyar küpelerini… Son kez ninnisini söyler, Hostensia:

Benim kara saçlı bebeğim

Korkutmasın seni dertlerim

Senin gözünden düşen yaşlar

Benim yüreğimi yaralar

Uyu küçük kızım uyu

Ay gökten seni izliyor

Ve annen seni çok seviyor…

Ve Picasso’nun Guernica Tablosu…