Mehmet Barış'la 'Oyun, Eğlence ve Matematik' üzerine

Söyleşi: Zelal Özgür Durmuş

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

 

Matematiksel düşünme becerisinin zor olduğu, zaman zaman özel yetenek gerektirdiği düşünülür. Yüksek karmaşılıktaki sorular için böyle olsa dahi önemli olan matematik ile nasıl tanıştığınız. Matematiğin hayatla olan bağını kavramayı sağlayan ilk adım. 

Mehmet Barış'ın Yazılama Yayınevi'nden çıkan "oyun-eğlence ve matematik" serisi bu başlangıç için iyi birer kaynak özelliğinde. İlköğretimin farklı evrelerinde farklı öğrenme süreçlerine denk düşen kitaplar, kırk yıldan fazla matematik öğretmenliği yapan ve birçok ders kitabı hazırlayan Mehmet Barış'ın deneyimli ellerinde pişmiş. 

Biz de onunla bu deneyimi, matematiğin özgünlüğünü ve yaşamından kimi kesitleri konuştuk. Keyifli okumalar diliyoruz. 


Mehmet öğretmeni biraz yakından tanımamız mümkün mü? Öğretmenliğe kaç yılında başladınız, nerelerde görev yaptınız? Bu dönemde matematik öğretimiyle ilgili başka şeyler de yapmış mıydınız?

68 yaşındayım, yaklaşık kırk yıl matematik öğretmenliği yaptım. Şimdi emekliyim. Öğretmenliğe 1970 yılında Antakya Kurtuluş Ortaokulu’nda başladım. 1980 darbesinde Sıkıyönetim Komutanı’nın emirleriyle yüz arkadaşımla birlikte il hudutları dışına çıkarıldım. Bu keyfi uygulamayla karım ve ben istifa etmek zorunda kaldık. Aynı yıl İzmir’de bir özel okulda çalışmaya başladık. Çalıştığım özel okulda; ortaokul, lise ve fen lisesinde öğretmenlik yaptım. Fen lisesinde mezun ettiğimiz ilk öğrenciler üniversite sınavlarında kitlesel başarılarıyla Türkiye ikincisi oldular.

Bu arada çocuklarım İstanbul’da çeşitli üniversitelerde öğrenime başlayınca eşim ve ben İstanbul’a geldik. Daha sonra Türkiye Komünist Partisi’nin emekçi çocukları için açtığı Nâzım Hikmet Dershanesinde yönetici ve öğretmen olarak on yıl çalıştım. Bu dershane tamamen ücretsizdi. Ben ve çalışma arkadaşlarım için en zevkli ve en verimli öğretmenlik yıllarıydı o yıllar. Özveriyle çalıştık ve hiçbir dershanenin yakalayamayacağı başarı oranlarıyla öğrencilerimizi üniversiteye yolladık. Özel dershanelerde yarışma kültürü vardı; bizde ise dayanışma kültürü. Öğrencilerimiz düşen arkadaşının elinden tutardı…

Ayrıca özel bir yayınevinin isteğiyle Milli Eğitim Bakanlığı için ders kitapları hazırladım. Hazırladığımız kitaplar Talim ve Terbiye Kurulunun oluşturduğu bir komisyon tarafından incelenir ve uygun bulunursa beş yıllığına ders kitabı olarak kabul edilirdi. İlkokul birinci sınıftan lise sonuncu sınıfa kadar; matematik, geometri ve analitik geometri kitaplarım 2002 yılına kadar ders kitabı olarak okutuldu. 2002 yılından sonra da yayın süresi dolan kitaplarımı yenileyerek Bakanlığa gönderdim; ama hiçbir kitabım ders kitabı olarak kabul edilmedi. Kabul edilmeyişinin nedenini tahmin edeceğinizi umuyorum.

Matematik öğretmenliği dışında şiirle ilgilendiğinizi de biliyorum. Yayınlanmış şiir kitaplarınız da var. Şiir ve matematik bir arada nasıl oluyor?

Matematik ile şiirin bir arada soluk alamayacağı gibi yaygın bir kanı var. Oysa durum öyle değil; onlar iki güzel kız kardeş.

Evet, şiirin ve matematiğin farklı yanları var; ama benzer yanları da var. İkisi de keşfetmek ve yaratmak için çabalar. İkisinin de dili yalındır ve ikisi de sözcük ekonomisine özen gösterir. Matematikçiler kendilerinden önceki kuşakların kazanımlarını kullanarak yenilerini inşa eder ve tırmanır, şairler ise yıkarak ilerler. Şairin gözü derinlerdedir; kazar o, derine; hep derine… Aradığı, “ben”deki “biz”dir. Evet, şiir ve matematik keşfetme etkinliğidir.

Benim için önce şiir vardı. Beğendiğim şiirleri yazar ve ezberlerdim. Dişim kamaşırdı şiirden. Matematikteki güzelliği ilkokulda ve öğretmen okulundaki güzel öğretmenlerim sayesinde fark ettim. Kullanacağımız her bağıntıyı ve her formülü sınıfta yeniden üretirdik. Keşfetmenin o doyumsuz lezzetini tattık. Öğretmenliğimde de öyle yapmaya özen gösterdim. Matematiği öğrenirken ve öğretirken şiirin sözcük seçiminde istediği özen ve sözcüklerin çağrışım gücünden yararlanabilme becerisi işimi kolaylaştırdı. Burada, şiir işçiliğinin bana kazandırdığı titizliğin çok büyük payı olduğunu düşünüyorum. Şiir yazarken de matematiğin kazandırdığı sadelik, yalınlık ve iç disiplin bana yardımcı oldu. Özetle şiir ve matematik bende iyi geçindiler. Zaman zaman birbirlerini kıskandıklarını ve bana olmadık kaprisler yaptıklarını da söylemeliyim.

Hazırladığınız bu dört kitap ilköğretimin sekiz sınıfını kapsıyor. Bu kitaplara aldığınız matematik oyunlarını ve eğlenceli soruları nasıl seçip sınıflandırdınız? Sınıf düzeylerini belirlerken matematik müfredatlarını mı yoksa kendi deneyimlerinizi mi göz önünde bulundurdunuz?

Oyun - Eğlence ve Matematik adlı kitabım ilk kez 1987 yılında İzmir’de Bük Yayınevi tarafından basılmış ve tahmin etmediğim kadar büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Yıllar sonra o kitabı Yazılama Yayınevi’nin o zamanki görevlisi sevgili Selnur Aysever’e göndermiş ve uygun bulurlarsa yayınlayabileceklerini belirtmiştim. Selnur Aysever, sekiz sınıf için bir kitabın uygun olmayacağını, bunun sınıf düzeylerine göre dört kitap olarak düzenlenmesinin yerinde olacağını belirtmişlerdi. Öyle yaptım. Sekiz yıllık ilköğretimi ikişer yıllık dilimlere ayırdım. Her oyunun hangi sınıf düzeyinde olduğunu kitaplarda ayrıca belirttim. Sınıf düzeylerini belirlerken hem müfredat programlarını hem de kendi deneyimlerimi göz önünde bulundurdum.

Öğretmenlik yıllarınızda öğrencilerde gelişen “matematik zordur” algısı işinizi zorlaştırdı mı; öğrencilerde gelişen bu algının aşılabilmesi için neler önerirsiniz?

Öğrenciler o algıyı daha okula başlamadan çevresinden alıp geliyor. Okullarımızda da bu algıyı biz pekiştiriyoruz. Dershanede çalıştığım yıllarda bazı öğrenciler için “Keşke bu delikanlıya hiçbir şey öğretmeselerdi, o öğrenilmiş çaresizliği de geliştirmeselerdi ve ben sıfırdan başlasaydım.” dediğim oldu.

Bu algının aşılabilmesi çok zor. Doğru olan, çocukta böyle bir algıyı yaratmamak. Daha okul öncesinden başlayarak, matematiğin eğlenceli ve büyülü dünyasıyla onları tanıştırmak mümkün. Burada iyi seçilmiş eğlenceli matematik oyunları işimize yarayabilir. Son yıllarda bu tür atölyeler açılmaya başlandı. Özellikle İzmir’de bunun çok güzel örnekleri var.

Özellikle 6 – 10 yaş arası, öğrencilerde somut düşüncenin geliştiği bir dönem. Bu nedenle matematik öğretiminde somut materyaller kullanmak ve matematiği günlük hayatla ilişkilendirerek öğretmek çok önemli. Oysa son yıllarda öğretmenlerin abaküs, renkli fasulyeler, sayma çubukları gibi materyalleri kullanmayı pek tercih etmediklerini gözlemliyoruz. Bu yaklaşım matematik öğretimini nasıl etkiler? Öğrencilerde matematiğe karşı olumsuz yargıların gelişmemesi için ne yapmalı?

Çocukta somut düşüncenin gelişimi altı yaşından da önce başlıyor. Matematik öğretiminde somut materyaller kullanmak ve matematiği günlük yaşamla ilişkilendirerek öğretmek gerçekten çok önemli. Şimdi anımsıyorum da o abaküsü annelerimizin boşalttığı makaraları ya da göz boncuklarını iplere dizerek biz yapardık. Sayma çubuklarımızı biz hazırlardık. Çıtalardan metre yapar, onu boyayarak desimetrelere ayırırdık. Hazırladığımız metrelerle okul bahçesinin, sınıfımızın, sıramızın uzunluklarını ölçerdik. Ölçmeden önce tahminde bulunur, sonra ölçüm yapardık. Gerçeğe en yakın tahminde bulunan arkadaşımızı alkışlardık. Ölçme işlemini yaparken karenin, dikdörtgenin, üçgenin çevre uzunluklarını hesaplamayı da fırsattan istifade ederek öğrenirdik. Çöpler ve bal mumundan yararlanarak küp, prizma ve piramit modelleri yapardık. Kartondan silindir ve koniler yapardık. Yaptığımız modeller üzerinde onların özelliklerini keşfederdik. Öğretmenlerimiz söylemezdi; ama söyletirdi. Biz bulurduk gerçeği ve o gerçek bizim gerçeğimiz olurdu.

Matematik hem hayatın içindeki problemleri çözmemize yarıyor hem de eğlenceli bir oyun alanı. Karmaşık gibi gözüken sorunları tanımlama, tasnif etme, sembollerden ve şemalardan yararlanarak özetleme, uygun parçalara ayırma, gerekiyorsa geometrik maketler yapma, çözdüğü problemlerden yararlanarak daha karmaşık olan problemler tanımlama gibi. Bu heyecanın peşinden koşan gençlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Georg Cantor, “Matematikte soru sorma sanatı, soruların çözümünden daha değerlidir”, der.

Öyledir…

Matematiği öğretirken, söylemek yerine aşamalı uygun soruları sorarak söyletmek ve öğrenirken de kendimize “neden?” diye sormak vazgeçilmez tavrımız olmalı. Konuyla ilgili eğlenceli matematik oyunları, paradokslar ve akıl oyunları matematik öğretimini zevkli bir uğraşı alanı haline getirebilir. İzninizle yaşadığım bir örneği vererek sorunuzu yanıtlamış olayım:

İlkokul üçüncü sınıftaydık. Çarpma işlemini ve özeliklerini öğreniyorduk. Öğretmenimiz, “Sevdiğiniz bir rakamın üç katını alın ve o sayıyı 37 ile çarpın demişti. Ben 4 rakamını seçmiştim ve sonuçta 444 sayısını bulmuştum. Arkadaşlarım da benzer sürpriz ile karşılaşmışlardı. Büyülenmiştik. Öğretmenimiz bu kez önce 3 ile 37 sayısını çarpmamızı ve bulduğumuz sonucu seçtiğimiz o rakamla çarpmamızı istemişti.

Büyü bozulmuştu, neler olduğunu anlamıştık. Şu oluyordu: ( Seçtiğimiz o rakama A diyelim.)

( A x 3 ) x 37 = AAA

  A x ( 3 x 37 ) = A x 111 = AAA

Oyun, tam da o ders öğreneceğimiz çarpma işleminin birleşme ve etkisiz eleman özeliğine dayanıyordu.

Şunu anlamıştık:

1- Çarpma işlemi kendi içinde parantezlerden bağımsızdı ve çarpanlar yer değiştirebilirdi. Yani ikiden çok sayıyı çarparken, işlemi istediğimiz sıra ile yapabilirdik. Bu zihinden çarpmalarda bize kolaylık sağlayabilirdi.

Örneğin; 4 x 7 x 25 işleminin sonucunun 700 olduğunu hemen söyleyebilirdik.

2- 1 sayısı çarpma işleminde etkisizdi ( Bunu zaten biliyorduk.).

 

İzin verirseniz, matematiği yaşatarak öğreten ve sevdiren ilkokul öğretmenim Zehra Güç’ün anısına saygıyla bitireyim sözlerimi. Işıklarıyla uyusunlar.

 

Teşekkür ederiz…