Gericileşen bir toplumda çocukla tanrıyı konuşmak

Psikiyatrist/ Gülperi Putgül

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

23 Nisan’da blogda yayımlanan “Çocuklar Yeni Bir Ülke” istiyor başlıklı yazıdaki cümleler, kirli Türkiye’nin sanıyorum nispeten korunabilmiş ve kirletilmemiş çocuklarının ağzından dökülüyordu. Çocuklar yaşlarına özgü farklılıklarını ve farkındalıklarını yansıtsalar da hepsinin söylediği ortak bir şey vardı, “çocuk olmak eğlenmek demek”. Çocuklar gülmek, eğlenmek, mutlu olmak, sınıflara tıkılmamak, özgür olmak ve doğayla baş başa olmak istiyor anlaşıldığı üzere. Savaş, ölüm, açlık, taciz, tecavüz, baskı, hile ve yalanlar ülkesi Türkiye’ de yaşayan, her şeye rağmen çocuklarına güzel günler vadeden, çocuklarını dini öğretilerle büyütmek istemeyen ebeveynlerin din ve tanrıyla imtihanını konuşmak istiyoruz bu yazıda. Yazarken fark ettik ki ne kadar zor konuşuyoruz inançsızlığı. Tanrının varlığını kabul üzerinden yazılmış “çocuğa soyut kavramları anlatma” yazılarının bolluğu karşısında, dillendirilmeyeni de yazmamız gerek diyerek çıkıyoruz yola.

Üç dört yaşına kadar idare ettiniz iyi kötü. Sonunda o gün geldi çattı ve çocuğunuz sordu; anne /baba Allah nerede? Bir şekilde duyacak en azından “Allah göstermesin” ,“Allah korusun” lu konuşmaları. Bir yandan etrafınızı sarmış yobazlara inat bilimin ışığında büyüsün isterken çocuğunuz, öte yandan dudağınızı ısırıyorsunuz koskoca sınıfta bir başına kalma olasılığını düşündükçe. Kendi doğrularınızı da dayatmak istemiyorsunuz ama onun yaşında sessizce kabullendiklerinizi, düşünce süzgecinden geçirebilsin diyorsunuz. Bunu yapabileceği yaşa kadar da sarmasın zihnini örümcek ağları. Zor gerçekten, ebeveyn için de çocuk için de.

Çocuklar her yaş aralığında farklı bir bilişsel gelişkinlik düzeyine ulaşır. Örneğin 2-4 yaş arasında çocuk sembolleri kullanır. Elindeki herhangi bir nesneyi bambaşka bir şey olarak hayal edip onunla uzun süre oynayabilir. Yukarı kaldırıp uçuyoruz dediğinizde gerçekten uçtuğunu düşünür. Hayal dünyası çok geniştir ve hayal edebildiği her şey gerçektir onun için. Dolayısıyla bu çocuğa tanrı denildiğinde onu kendisi gibi somut bir varlık olarak algılar. Ama eğer bu varlığa değişik güçler atfedilir, hele bir de çocuğu korkutma aracı olarak kullanılırsa çok büyük sakıncalar doğar. Ülkemizde sıkça kullanılan “anneye vurursan Allah elini taş yapar”, “yaramazlık yaparsan Allah seni sevmez, cehenneme yollar” gibi tehditler, çocuk için oldukça ürkütücüdür. Çünkü çocuk buradaki soyutlamayı kavrayamaz, gerçekten elinin taşa dönüşeceğini düşünür. Obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete bozuklukları, fobiler hatta çok daha ağır psikiyatrik hastalıkların gelişime zemin hazırlanmış olur. 2-4 yaş arası bir çocuğa sormadıkça kafasını karıştırabilecek, korkutabilecek kavramlardan bahsetmemek gerekir.

Yaşamında dini öğeler ağır basan ve çocuğunu dini kurallara göre büyütmek isteyen bir ebeveynin tüm bu bilimsel verileri bir tarafa koyup yol alması gerekir. Böyle bir evde yaşayan çocuk tanrı, namaz, oruç, cennet, cehennem gibi soyut kavramlarla çok erken tanışır. Soru sormasına izin verilmiyor ve bunlar kesin doğrular olarak aktarılıyorsa ki sıklıkla böyle yapılıyor, çocuk korku ve endişelerini büyük olasılıkla bastırır.

4-6 yaş arası okul öncesi döneme denk düşer ve çocuk, bu yaşlarda toplumsal kuralları anlamaya başlar, yetişkinleri model alır ve oldukça meraklıdır. Tanrı ile ilgili sorular sıklıkla bu yaş aralığında gelmeye başlar. Hala soyut kavramları anlayamadığından yukarıda söylediklerimiz bu yaş grubu için de geçerli.

Ancak çocuk sormaya başladıysa yanıt vermek gerekir. En sık sorulan soru ise “Allah ne/kim?”. Bu soruya “Bazı insanlar etrafında gördüğün her şeyi tanrının yarattığına inanır. Tanrının farklı isimleri var ve Allah da bunlardan biri. Bazı insanlar ise böyle düşünmez” denilebilir. İkinci sıklıkta “Allah nerede” sorusu gelir ve “tanrıya inananlar onu görmediklerini, duymadıklarını ama var olduğuna inandıklarını söylerler, bunu hayal ettiğin bir şey gibi düşünebilirsin” şeklinde yanıtlanabilir. Sizin düşüncenizi soruyorsa açıkça söylemekte yarar var. Bu yaştaki çocuklar için sıklıkla fazla ayrıntıya girmeye gerek kalmaz. Yaşı ilerledikçe bilimsel dayanaklardan bahsedilebilir. Bunun yanında farklı kültürlerde farklı inanışlar olabileceği, tanrıya faklı isimler verilebildiği, hatta bazen hayvanları kutsal saydıkları anlatılabilir. Yalan söylersek cehennemde yanar mıyız? gibi korkutucu sorulara çok net bir dille hayır denmeli. “Yalan söylersek sadece kötü bir şey yapmış oluruz” denilebilir. Cennet ya da cehennemi sorarsa yine yukarıdaki gibi bazı insanların buna inandığını ama sizin böyle düşünmediğinizi söyleyebilirsiniz. Çocuğun soruları doğal karşılanır, kısa ve yalın yanıtlar verilirse çocuğun anlaması kolaylaşır, endişesi azalır. Zaten günlük yaşamınızda dini ritüeller yoksa bu yaş grubunda çocuk sizin dışındaki çevresinde karşılaştığı ve merak ettiği kadarını sorar.

6-12 yaş arası ise ergenliğe kadar sürecek olan okul çağı dönemidir. Somut işlem yeteneğinin zirve yaptığı bu dönemde çocukların bilişsel kapasiteleri ve kavrayışlarında hızlı bir ilerleme olur ancak hala soyut kavramları anlayamazlar. Ayağını yorganına göre uzat dediğinizde ne demek istediğinizi anlamaz somut olarak açıklamak gerekir. Çocuk ancak 12 yaşından sonra olayları bir erişkin gibi kavrayabilmeye, soyut düşünmeye başlar.

Okulda farklı kültür ve sosyoekonomik düzeyden arkadaşlar edindiği için bu dönemde sorular ve sorunlar genişler. Neden sizin inanmadığınızı ya da neden arkadaşının farklı düşündüğünü sorabilir. Çocuğa, insanların bazı konularda farklı düşünebileceği söylenmeli. Eğer inançsız/farklı dine mensup bir ailenin çocuğuysa anne babasından duyduklarını paylaştığında çoğunluk karşısında yalnız kalabilir, üzülebilir. Burada önemli olan çocuğun duygularını paylaşabilmesi ve kendini ifade edebilmesi. Eğer siz çocuğunuzun yaşadıklarını anlamaya çalışır ve onu taraf olmaya zorlamazsanız o da rahatlar. Çocuğa bu konuda bir sorumluluğu olmadığı, insanların bazı konularda farklı düşünebileceği, büyüdüğünde bunları çok daha iyi kavrayacağı anlatılmalı.

İşte bu noktada eğitim sisteminin ve eğiticilerin farklılıkları nasıl algıladığı ve aktardığının önemi çıkar ortaya. Örneğin inançsız ya da farklı dine mensup bir ailenin çocuğu dışlanıyorsa ya da görüşü yok sayılıyorsa bu ciddi bir sorun olarak çocuğa ve ailesine yansır. Çok erken yaşlarda verilen din eğitimi çocukların kafalarını karıştırdığı gibi aynı zamanda birbirleri ile olan iletişimlerini de bozabilir. Bu yaş grubunda verilecek eğitimin amacı, çocukların zaten doğal yapılarında olan dünyaya karşı bitmek bilmez merakını köreltmeden, öğrenme için uygun koşulları sağlamak ve diğerleri ile paylaşmaya izin verecek sınırlarda rehberlik etmek olmalıdır. Ailenin ve okulun çocuğun yaşamı kavrayışına müdahalesi, çocuğun fiziksel ve ruhsal olarak ihtiyaç duyduğu kadar ve kavrayabileceği düzeyde kalmalı. Her birimizin dünyayı algılayışımız ve yöntemleriz elbette farklılık gösterebilir ve zaten çocuğumuz da belli bir olgunluğa erişene dek dünyaya bizim baktığımız pencereden bakar.Ancak çocuğu evde ya da okulda tek bir doğruya mecbur kılmak, anlayabileceğinin ve tercihinin ötesindeki eylemlere itmek, eğitim değil “baskı”dır, “çocuğun alanına girmek”tir.