Okulsuzlar

Psikiyatrist Cem Taylan Erden

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Geçenlerde 'Film Ekimi'  kapsamında Türkiye seyircisi ile buluşan 2016 yapımı Kaptan Fantastik filmini izledim. Fimden sonra hayatım değişmedi ama bu yazıyı yazmama neden oldu. Bu yılın başlarında ilk kez Sundance Film Festivali’nde seyirciyle buluşan film gösterime girdiği festivalden de anlaşılacağı üzere okul ve hayat meseleleri üzerine “anarşik” bir film ama biz çocuklu insanlara bir çıkış yolu göstermeye pek de istekli değil.

Okula yeni başlayan çocukların yaşadığı zorluklar anlaşılabilir, zira okul medeniyetimizin yularını törenle çocuklarımıza taktırdığımız mekanlar haline gelmiş durumda. Ama bir de çocuğu okula yeni başlayacak olan ebeveynin yaşadığı zorlukları bilseniz çocuk yapma meselesini bir kez daha gözden geçirebilirsiniz. İşte Kaptan Fantastik bu soruna kökten bir çözüm getirerek altı çocuğunu balta girmemiş bir ormanda kendi başına yetiştirmeye çalışan bir babanın öyküsünü anlatıyor. Birlikte geyik avlayıp kaya tırmanışı yapıyorlar, sonrasında ateşin başında müzik yapıp kitap okuyorlar. Üstelik birlikte çıktıkları bu yolda ruhsal bozukluk yaşayan ve ölmeyi tercih eden annenin yokluğunda “filozofların kralını yetiştirme projesi” ne baba tek başına devam etmek durumunda kalıyor. Annenin cenaze töreni nedeniyle sistemle yüzleştiklerinde ise proje oldukça örseleniyor ve yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Film çocukları sistemin yabancılaştırıcı ve kirli salgısından uzak, daha insanca yetiştirme gayesinin mantıksal sonucunu anlatmasıyla öne çıkıyor. Buradan hareketle okulsuzluk meselesine bir bakalım istedik.

Okulsuzlar bizim bildiğimiz anlamda çalıştırıldığı için veya dini/kültürel sebeplerle veya evlendirildiği için okula gönderilmeyen çocuklar değil de, ebeveynlerin özel çabası ile evleri okul haline getirilmiş çocuklar. Ülkemizde daha çok özel durumları/hastalıkları nedeniyle okula gidemeyen çocuklar için MEB tarafından düzenlenen bir uygulama olsa da batıda çocuklarını çeşitli sebeplerle okula göndermeyen ailelerin evlerinde eğitim öğretim faaliyetini yürüttüğü, kendi aralarında dayanışma grupları kurarak örgütlendikleri bir sistem. Bu sistem birçok Avrupa ülkesi, ABD ve Kanada’da yasal. Ebeveynlerin bu sistemi tercih sebepleri daha çok güvenlik, dini eğitim ve liberal yaklaşımlar. ABD’de ev okulu uygulayan aileler daha varlıklı, genellikle beyaz, sosyal olarak muhafazakar. Belki de sınıfsal yakınlıkları nedeniyle ABD’de muhafazakar ve liberal sol gruplar bu sistemin yasal sınırlar içine alınması için geçmişte birlikte mücadele etmişler. Zira 1970 lerden itibaren bireysel özgürlük alanı üzerinden liberal sol bir okulsuzluk akımı doğmuş.  Şimdilerde ise üzerinde çalışılan, alternatif bir eğitim sistemi olarak tartışılıyor ama bazı yazarlar bu durumu eğitimde özelleştirme başlığı altında değerlendirmekten vazgeçmiyor.

Ülkemizde ise durum oldukça farklı. Çocuklarının gittiği okul İmam Hatip’e dönüştürülmesin, proje okul seçilen okullarda sevgili öğretmenleri sürülmesin, eğitim nitelikli ve ücretsiz olsun diye mücadele eden sevgili velilerimize çocuklarınızı alın kendiniz evinizde eğitin demek oldukça abes kaçacaktır. Açık Lise adı altında 1 milyon üçyüzbin çocuğun kayıtlı olduğu kurumun, çocuk işçiliğinin ve çocuk yaşta evliliklerin kurumsallaşmasına neden olduğu bir eğitim sisteminde okulsuzluk bu kurumsallaşma sürecine hız katacaktır.

Sonuç olarak, yetersizlik duyguları ile yüklü ebeveynlik pratiğimiz işi gücü bırakıp kendimizi çocuklara vakfetmeyi gönüllerin başköşesine yerleştirse de, unutmayalım ki çocuk eğitimi bireysel değil  toplumsal bir meseledir. Çocuklarımızın merak ve yaratıcılıklarını köreltmeyen, onları kaldıramayacakları bir bilgi ve ödev yükünün altında ezmeyen, kendileri ile ilişkilerini sınav başarısı ile sınırlandırmayan ve onların çokyönlü gelişimlerini kolaylaştıran nitelikli ve ücretsiz bir eğitim sistemi istiyoruz ve bunun için mücadele etmekten başka çare yok.