15 tatil ve ebeveynin sisifosu

Psikiyatrist Cem Taylan Erden

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Bizim öğrencilik zamanımızda bir kırlangıcın aceleciliğiyle bitiveren yarıyıl tatilinin, ebeveynlik gelip çattığında karınca adımlarıyla ilerlediğini birçoğunuz deneyimlemektesinizdir sanırım. Zaman işte böylesine göreceli bir kavram. Bu hafta boş zaman kavramını ve sevgili çocuklarımızla onların boş zamanlarını nasıl birlikte “keyifli” hale getirebileceğimizi tartışmak istedik.

“Boş zaman” kavramının kutuplaştırılarak zamanın geri kalanından ayrıştırılması olgusu başlı başına bir garabet. Kapitalist çalışma hayatının en ince ayrıntısına kadar tanımlanıp, yaşamın diğer yarısı üzerine konumlandırılır hale gelecek şekilde kutsanmasıyla birlikte boşa düşen yaşam parçalarının toplanmasıyla oluşan zaman dilimine maalesef “boş zaman” diyoruz. Ama doğalında boşluk tanımayan kapitalizm, modern dünyada boş zamanları da allayıp pullayıp bize yeniden satmayı başardı. İnsanoğlunun üreticiliğini işi ile sınırlandıran modern dünya, boş zamanları da bir tür “tüketme ayini” haline getirerek değerlendirdi. Önceleri işçinin emeğini yeniden üretebileceği asgari standartlara göre belirlenen ücret ve çalışma saatlerinden arta kalan boş zaman, şimdilerde işçinin ve dolayısıyla onun çocuklarının tüketim miktarının bir kıstası değil. Zaten bu nedenle hizmet sektörünün üretim sektörü karşısındaki saçma büyüklüğü ve kredi kartı borçları tavan yapmış durumda. İnsanoğlu insanlığını yeniden üretebilmesi için ihtiyacı olan zamanı ve parayı “boş”a harcıyor özetle.

Bu durumun çocuklarımızla ilgisi ise en başından eğitim ve öğretim süreçlerinin tıpkı bizim iş hayatımız gibi en ince ayrıntısına kadar planlanıp, mekanize edilerek insan doğasından ve yaratıcılığından koparılmasıyla başlıyor. Çocuklarımızın merak duygusu bu sürecin çarkları altında güzelce ezilerek onların kendilerini yeniden üretecek şekilde kendi eğitim ve öğretim süreçlerine katılmaları engelleniyor. Çocuklarımız önüne konan testi çözen, anlatılan dersi dinleyen, zil çaldığında koşturup oynayan robotlar olarak tasarlanıyor. Bu süreç dışındaki boş zamanlarında ise onların çılgınca tüketmesi için hazırlanmış oyuncaklar, oyun parkları, bilgisayar oyunları, saatlerce izleyebilecekleri çizgi filmler, başkalarının nasıl oyun oynadığını bile izledikleri videolar, nasılsa bir süre sonra sıkılıp bırakacakları çeşitli kurslar ve doludizgin market arabası sürebilecekleri süpermarketler var. Kısacası çocuklarımızı gelecekte üretecekleri sınırlandırılmış işlerinden kazanacakları parayı daha çocukluklarında peşin peşin harcayan “bilinçli” tüketiciler olarak yetiştirmemiz için bütün şartlar sağlanmış durumda.

Kısa yoldan söyleyeyim bu kısır döngüyü, bizleri çoktan sarmalamış, çocuklarımızı da yavaş yavaş içine alıştıran bu kısır döngüyü kırmak zorundayız. Çocuklarınızla Lego* animasyon filmini mutlaka izlemişsinizdir (izlemediyseniz de mutlaka izleyin), filmde günlük hayatın her dakikasına özenle yedirilmiş yabancılaşma ile mücadele eden usta yapıcılar var ya işte bizler de öyle olmalıyız. Çocuklarımız ile tüketme mottosundan,  çocuklarımız ile üretme evresine geçmeliyiz. 

Mesele ne ürettiğimizden çok çocuğumuzun üretici kimliğine, yaratıcılığına, kendiliğindenliğine kattıklarımız aslında.  Birlikte yemek de yapabiliriz, kurduğumuz hayallerin resmini de; oturup sevdiklerimize mektup da yazabiliriz, onun gözünden bir kısa film de çekebiliriz. Yeter ki en güzelini, en doğru şekliyle yapmaya çalışmak yerine, onun içinde bağlamla ilgili olan biteni dışarı aktarmasına ve sürece katkıda bulunmasına izin verelim.  Yeter ki onun oyuncakla oynama halinden oyun oynarken oyuncakları kullanma haline geçmesine veya çevresindeki her şeyi oyunun içine katabilme eğilimini gerçekleştirmesine katkıda bulunalım.  Merak ettiği her ne ise elimizdeki akıllı telefonlardan oturup birlikte bakınalım, saçmadır sapandır demeyelim yollara düşüp birlikte arayalım. Çünkü sevgili Orhan Öztürk hocamızın “Özerk Benlik, Kul Benlik” kitabından özetle; “Merak eden kolay kolay biat etmez.”

Elbette ki, içinde yaşadığımız kısır döngüden bağımsız değiliz, çocuklarımız da öyle. Öncelikli olanın bizi ve çocuklarımızı köleleştiren zincirlerden kurtulma mücadelesi olduğu da aşikâr. Bununla birlikte zincirlerini sorgulayan çocuklar yetiştirmek de boynumuzun borcu. Usta yapıcılar okullarda yetişmiyor, onları biz elbirliğiyle büyüteceğiz.

* http://www.imdb.com/title/tt1490017/