Berkin'in kütüphanesindeki kitap: Momo

Evrim Gökçe

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Momo, soL Kitap Eki’nin “Çocuk Edebiyatı” için ayrılan sayfasını hazırlayan ekip olarak uzun süre aklımızda duran, fakat “Ne yazarsak yazalım kitabın büyüsünden azaltırız” kaygısıyla elimizi uzatmaya yeltenemediğimiz bir kitap olmuştu.

Sonra, Berkin’in kütüphanesinde Momo’yu gördük. Bir vakit hiç tanımadığımız bir çocuk, kütüphanesinin bir köşesine koymuştu bu kitabı; belki sayfasını ucundan kıvırmıştı belki de Che Guevaralı bir ayraç kullanmıştı. Belki sözcüklerin altını çizme huyu vardı belki yoktu. Belki gündüz vakti bir çırpıda, belki de geceleri uyku öncesi birkaç sayfayla tadını çıkara çıkara okumuştu Momo’yu.

Fazla uzatmayalım, kısacık kesilmiş bir yaşamın ardından söz de uçup gitsin, yanımıza yanaşmasın istiyor insan. Kim bilir Berkin Momo’yu nasıl hayal etmişti. Onun çocukluğunun parlak imgelerinin yanına bile yaklaşamayacak bu yazıyı tekrar, soL okurlarıyla paylaşmak istedik.

Momo uyarıyor: Zaman, yanyana güzel!

Momo’nun savaştığı “duman adamlar” bize de  musallat oldu; işyerlerinde su içtiğimiz anları bile hesaplayan “mal sahipleri”, saat kaça kadar içki içebileceğimizi “yazılı” olarak bildiren uğursuzlar, çocukları öldürüp yaşayacakları upuzun zamanları söküp alan zalimler ortalığa salındı. Zamanımıza el koyar, ürettiklerimizi bizden kaçırıp, başka zaman çalıcıları için sergiler oldular. Onlara, “esir pazarcıları desek, az geldi.

Bazı kitaplar kime yazılmış olurlarsa olsunlar, siz onları asude bir öğleden sonra geçirdiğiniz, güneşli bir güne uygun sanarken, kancayı “asude kalamayan yerleriniz”e takıverirler.

Öğleden sonranız güneşli kalabilir, ama içerilerde bir yerde hava muhalefeti boy verir, bir “öğleden sonra içi”niz daha aniden ıslanır, buzlanır, sonra aniden ter boşanır.

Hayata çok benzeyen şeylerin yazdığı, bizi yatıştıracağını sanarken kestiremediğimiz bir biçimde ‘yükselten’, kütüphanelerden aşırılası Momo, böyle bir kitap.

Öğleden sonranızı, karıştırır!

***

Momo, yaşıtlarına göre biraz daha cılız, karışık, kıvırcık saçlı, kocaman gözleri olan, bildiğimiz evlerden birinde değil bir amfiteatrda yaşayan, ismini kendisinin koyduğunu iddia eden, yaşını da 100 ya da 102 sanan bir kız çocuğuydu. Tüm bunlar her çocuğun sanabileceği olağanlıkta, her yetişkininse güleceği delilikteydi.

Küçük kızı farklı kılan, insanları uzun uzun, kapılarak dinlemesiydi. Onunla konuşanlar kavgayla gelip barışla dönüyor, hüzünle anlatıp sevinçle susuyor, sorularla karışıp yanıtlarla çözülüyorlardı. Momo efsunlu filan değil, sadece iyi bir dinleyiciydi. Pek yorum yapmıyor, akıl vermiyor, yalnızca kocaman gözlerle karşısındakileri dinliyordu.

Sonra “duman adamlar” peydah oldu. Kurşun renkli evrak çantalı, melon şapkalı, kül rengi suratlıydılar. Kapı kapalıyken bile üşüyorsanız, onların civarda bir yerlerde olduklarından şüphelenebilirdiniz.

Bu kül suratlı ve aslında suratsız adamlar, Zaman Tasarruf Şirketi’ni kurmuşlar ve insanlara zamanlarından tasarruf etmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Şirketleri de kendileri ve tüm şirketler gibi, sakil ve düzmeceydi.

Geceleri arkadaşlarınızla buluşmanın, yürüyemeyen bir arkadaşınızı ziyaret etmenin, bazen ona çiçek götürüp biraz laflamanın, hatta bazen kitap okumanın zamanı nasıl da müsrifçe çarçur etmek olduğunu söylüyorlardı.

Şehirdeki insanların yakasına yapışmış, zamandan tasarrufun karlılığını anlatıyor, berberi, çöpçüyü, meyhaneciyi, çocukların anne babalarını kafalıyor, insanların zamanlarına doymak bilmiyorlardı.

Momo’nun yol göstericisi Hora Usta’nın söylediği gibi, duman adamlar zamanı gerçek sahiplerinden çalarak, onların ömürlerini tüketerek var oluyorlardı ve aslında birer hiçten ibaret idiler.

Şirkete paçayı kaptıran herkes daha bir huysuzlaşmış, huzursuzca burnundan soluyan, gözleri dostça bakmayan bir hale savrulmuş, üzerlerine bir tür delilik çökmüş gibi olmuşlardı.

Duman adamlara göre hayal kurmak suç işlemekten farksızdı, şirkette “zaman hesapları” olanlar da bu amansız suçu işlemeyen “mutsuz masumlar” olmuşlardı.

Şehrin mutsuzlarından en çok etkilenenlerse, gerçeği taa yüreklerinde hisseden çocuklardı. Zaman o kadar değerliydi ki, kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu!

Zaman Tasarruf Şirketi'nin mağdurları, olur da Momo’ya denk gelirlerse, Momo'nun can kulağıyla dinleyen girdabına kapılıyor, sarsılıyor lakin içine düştükleri tasarrufçuluk batağından kurtulamıyorlardı.

Ta ki Momo, Hora Usta ve kaplumbağası ile karşılaşıp, duman adamların hakkından gelmeye söz verene kadar.

***

Momo, 1973’te yazılmış. Aradan geçen 40 yılın ardından dünyanın daha iyi, mutlu, zamanın derelerle birlikte tatlı tatlı aktığı bir yer haline geldiğini söyleyemeyeceğimiz aşikar (dereler de akamıyor). Dünya, zamanımızı elimizden büyük ketenperelerle çalmaya çalışan muhterislerin eline daha çok geçti.

Momo’nun savaştığı duman adamlar bize de musallat oldu, işyerlerinde su içtiğimiz anları bile hesaplayan “mal sahipleri”, saat kaça kadar içki içebileceğimizi “yazılı” olarak bildiren uğursuzlar, çocukları öldürüp yaşayacakları upuzun zamanları söküp alan zalimler ortalığa salındı. Zamanımıza el koyar, ürettiklerimizi bizden kaçırıp, başka zaman çalıcıları için sergiler oldular. Onlara, “esir pazarcıları desek, az geldi.

Zamanını bir dostuna çiçek götürmek, bir diğerine kitap okumak için değerlendiren, tanımadığı insanlar için de bir şeyler yapmak isteyenler belki azalmadı ama birbirlerinden bihaber kaldı, karşılaşmaları gecikti.

Hayal kırıklıkları büyüktü, korku büyüktü, ama cesaret daha büyüktü. Küçük rastgelişler, daha büyük buluşmalara dönüşebilir, çözülen insan ilişkileri sıkılaşabilirdi.  İnsanın yön verdiği büyük kalkışmalar, telafi estetiğinden geçer notu mutlaka alabilirdi.

***

Momo, bazen zamanın önünde koşmanın, bazen eşlik etmenin bazen “zaman bizi sıkıştırıyor” demenin ama telaşa mahal vermemenin, bizle birlikte olduğu sürece, zamandan yana endişe etmemenin kitabı.

Duman adamların temsilcisi, kitabın bir yerinde; “Zamana doymak bilmeyiz…ama biz…biz iyi biliriz” derken, okur hafifçe şaşırıyor, “kötülüğün dili her yerde mi aynı” diye aklına “bir meşum adamı” getiriyordu.

Bu küçük kız Momo da iyiliğin ortak ama tek olmayan, zengin dilini okura öğretebilir. Biz ve çocuklarımız; duygulara ayıracak zamanımız olduğunu bilir, sokakta karşılaştığımız dostlarımızla ayaküstü ama uzunca laflayabilir, işe giderken komşunun balkonundaki çiçekleri seyredebiliriz.

Sonra yine biz ve çocuklarımız, “Buraları güzelleştireceğiz” kararımızın sert ışığını, kötülüklerini kalabalıklar halinde işlerlerse suçlarını azalacak sananların üzerine düşürür, kalabalığın “pırrr” diye dağılışını alay ederek izleyebiliriz.

Darboğazı aşar, geniş zamanlara koşabiliriz.

Momo – Michael Ende  

Kabalcı yayıncılık - 5. Basım Nisan 2013 / 303 syf