Din eğitimine karşı dava açmazsam çocuğum nasıl etkilenir?

Deniz Arık Binbay (Psikiyatrist)

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Bir gün 5 yaşındaki çocuğunuz kreşten “Anne sana yalan söylersem cehennemde yanar mıyım” sorusuyla gelebilir. Ne kadar kaçsanız da dinle karşılaşmayı bu toplumda yaşayan her çocuk eninde sonunda tadacaktır. Fakat çevreden gelen bilgiler hem daha kolay kontrol edilebilir hem de bu tür bilgilerin sıklığı ve çocuk üzerindeki etkisi daha düşüktür. Oysa sistematik (okulda verilen) din eğitimi, çocuğun idealize ettiği, her sözünü doğru kabul etme eğiliminde olduğu bir figür (öğretmen) tarafından anlatıldığı için daha etkili; hem de yoğun ve sıktır.

Neden din eğitimi çocuk için sakıncalıdır?
Çocukların zihni erişkinlerinkinden çok farklıdır. Bir heykeltıraşın kilden bir heykel yaparkenki özenli, yavaş, sabırlı ve yumuşak haliyle büyütmeye gayret etmeliyiz çocuklarımızı. Sert darbeler, kanırtmalar çocuğun iç dünyasında kolay geçmeyecek izlere ve hatta yarılmalara yol açabilir. Din eğitimi, korku, belirsizlik ve suçluluk duygularını aracı ederek davranış değişikliği yaratmaya çalıştığı için çocuk için yaralayıcıdır ve kalıcı hasarlar bırakabilir.
Ayrıca çocuğa bir bilinmeyeni öğretmek için başka bir bilinmeyeni devreye sokmak kafasını karıştıracaktır.

Bir çocuk için anne babası dünyanın büyükelçisidir. (Salman Akthar, 2017)* Dünyanın bilgisini, toplumsal kuralları, nedenselliği çocuk, anne babasından öğrenir. Sonra da okuldan, öğretmenlerinden, arkadaşlarından...
Başlangıçta bir dürtüler bütünü olan çocuk, zamanla toplumsallaşır, içinde yaşadığı dünyanın ve toplumun kurallarını ve kendi sınırlarını öğrenmeye başlar. Öncelikle anne babanın sonra da hayatındaki önemli kişilerin söyledikleri, önemsedikleri değerler, koydukları yasaklar içselleştirilir. Bu şekilde süperego (toplumsal vicdan diyebiliriz) gelişir.

Süperego içselleştirilirse, yani kişinin başkasına (anneye babaya, tanrıya…) bağımlı olmayan bir vicdanı varsa, bu gerçek bir vicdandır. Diğer türlü çocuk annesi kızacak diye kardeşini dövmez ama annesi gidince vurur kafasına. Allah günah yazar diye eşini aldatmayan biri, muta nikahıyla kendini de eşini de aldatabilir. 

Çocuğun doğruyu öğrenmesinin ve toplumsal kurallara uyum sağlayabilmesinin asıl yolu, bu kuralların nedenlerinin ve sonuçlarının anlatılması ve çocuğun, yaptığı yanlışların sonuçlarına katlanabilme becerisini geliştirmesine yardım edilmesidir. Korkutarak, anlamayacağı kavramlarla bastırarak değil.

Çocuk zihni erişkininkinden çok açıdan farklıdır. 

Çocuklar 12 yaşına kadar soyut düşünemezler, somut ve büyüsel düşünürler, düşüncelerini gerçekleşmiş gibi algılarlar. Suçluluk düşüncelerine yatkındırlar ve olaylardan neden sonuç ilişkisinden bağımsız olarak kendilerini sorumlu tutarlar. Ruhsal ve fiziksel olarak bir erişkin gücünde ve deneyiminde olmadığından, kendilerini doğal olarak güçsüz ve güvensiz hissederler. Korkmaya eğilimlidirler. Dini öğretilerdeki cehennem, cin çarpması doğaüstü güçler gibi belirsiz korku temalı anlatılar çocuklarda belirsizlik ve korku duygusunu şiddetlendirir ve kendilerini yalnız ve güvensiz hissettirir. Girişkenlik azalır, eylemsizlik artar.

Çocuklar hayatı iyiler ve kötüler olarak bölerek algılamaya eğilimlidirler. Bu şekilde hayatı anlamak ve güvende hissetmek daha kolaydır. Sağlıklı bir ruhsal gelişimde bu bölme zamanla aşılır, siyahlar ve beyazlar bütünleşir ve hayatın grinin tonları şeklinde algılanması ile son bulur. Din eğitimi, bir dine inananlar ve diğerleri şeklinde insanları bölerek çocuğun bu eğiliminin aşılmasının önünde engel olur. Hem çevresindekileri bölmesine hem de kendi iyi ve kötü yanlarını bütünleştirememesine yol açar. 

Ölümü bir erişkin gibi algılayabilmeleri 10 yaşından sonra olur. Ölümle ilgili düşünceler çerişkinler için bile dayanılması güçtür. Ölümden sonraki yaşam, kabir azabı, sırat köprüsü cennet cehennem gibi din eğitiminde çokça geçen başlıklar çocukların kafalarını karıştırır, korkutur ve kaygılandırır. 

Çocukların kendi cinsiyet rollerini kazanacağı, diğer cinsi tanıyacağı yaşlarda dinin baskı, suçlama ve yasaklarla iki cinsin birbirini tanımasını engeller, hayatın keyifli yanlarından biri olan eş ilişkisinin başlangıçtan hastalıklı bir şekilde gelişmesine yol açar.

Tüm yakın ilişkilerde olumlu duygular gibi olumsuz duygularda çokça hissedilir. Hele de çocukların duygularını denetleme ve yönetme becerileri azdır. Hızlıca öfke, korku, hayal kırıklığı, üzüntü gibi olumsuz duygular hissedebilirler. En çok da en yakınlarında olan anne ve babasına karşı, özellikle de ergenlik döneminde. Oysa din eğitiminde anne babaya öfkelenmek, of demek bile büyük bir günah olarak anlatılır. Çocuğun gelişimine terstir. Anneden babadan duygusal olarak ayrılıp, başka bir kişi olabilmesi için çocuğun öfkelenmeye ihtiyacı vardır. Oysa öğrendiği şekliyle of dese suçluluk duyguları artar. Öfke vardır ve oradadır. Bu öfkenin içe atılması çocukta depresyon ve kaygı belirtilerine yol açabilir.

Korkmayın, çekinmeyin, dava açın!
Çocuklarımızın zihinleri çok kıymetlidir. Tüm yaşamları boyunca içlerinde taşıyacakları kaygılar, yargılar ve zorluklara yol açacak bir eğitimden geçmelerine göz yummak çocuklarımıza yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biridir. Bu nedenle sistematik, tek mezhebin anlatıldığı, bilimsel düşüncenin karşıtı olarak çocukların kafasını karıştıran ve arada bırakan, korkutucu, soyut, anlaşılmaz bir din eğitiminden çocuklarımızı olabildiğince uzak tutmalıyız. Zorunlu din eğitimine karşı dava açmaktan çekinmeyin. 

Gelecek pazartesi velilerden gelen sorular doğrultusunda somut önerilerimizi ve çocuklara bu süreçte neler diyebileceğimizi, yaklaşım örneklerini paylaşacağız.

*19.İzmir Psikanaliz Günleri 'ndeki konuşmasından