Ayıp, günah: Bastır patlasın!

Deniz Arık Binbay- Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Yazı dizimizin üçüncü başlığında ülkemizde dinin ve gericiliğin kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerindeki rolünü konu alıyoruz. Çocuklarımıza yönelik olarak bu başlıkta yapabileceklerimiz önceki başlıklara göre daha sınırlı olmakla birlikte yine de yok değil. Özellikle dürtülerin gelişimiyle ilgili ilk kısımda çocuklara yaklaşımla ilgili yararlı örnekler bulabilirsiniz.

Tüm dinler insanın içsel olarak denetleyemediği dürtüleri bastırma, tersine çevirme, yüceltilmiş (kendinden daha üst ve güçlü) bir nesneye sığınma ve onun vasıtasıyla insanın ‘kendi eksikliğine’ katlanması gibi işlevlere hizmet eder.

Bu kaba tarifi anlamak için önce biraz dürtülerin doğasından ve bu dürtülerin nasıl dönüştürülebileceğinden bahsetmek yerinde olur. Dürtüler itici gücümüzdür ve hayvani yanımızdır. Örneğin bebek her şey, hemen olsun ister. Ertelemeye sabrı yoktur. Acıkınca anında doyurulmak ister, hemen celallenir ve hemen yatışır. Birkaç dakikada yatıştırılamadıysa neden ağladığını bile unutur, durdurmak gittikçe zorlaşır. Bebeğin olumsuz duygulardan bir an önce kurtarılması gerekir. Bebek doğduğunda tamamen dürtülerden ibaretken, anne (bakım veren kişi) tarafından bu dürtüler kapsanıp, işlenip geri verildikçe yavaş yavaş bebeğin ego gücü gelişmeye başlar. Yıllar içinde isteklerini erteleyebilir hale gelir.

Dürtülerin kapsanıp işlenmesinden kasıt annenin bebeğin dürtülerini ve isteklerini anlaması, kabul etmesi, kendisine yönelttiği öfkeyle başa çıkabilmesi, dürtüyü ertelemesine yardımcı olması ve yerine koyabileceği uygun bir alternatif sunmasıdır. Örneğin bebek susar, cam bardaktaki suyu içmek ister, tutturur, ağlar. Anne “benim tatlım susamış mı?” diyerek onu anladığını belirtir, yerine biberonu verir. Anne, bunu düşünmeden, hesaplamadan yapar. Tersi beklense de aslında bebeğin dürtüleri ne kadar hızlı ve uygun şekilde doyurulursa, erteleme kapasitesi o kadar artar. Bebek ilk altı ay ne kadar çok kucaklanırsa, iki yaşından sonra kucak ihtiyacının o kadar az olması gibi. Oysa bizde “bırak kucağa alışmasın”, “bırak biraz ağlasın” denir. Hâlbuki anne tarafından yeterince anlaşılmayan ve doyurulmayan duygular-dürtüler, o konuda kronik bir açlığa yol açma olasılığı taşır.

Çocuk büyüdükçe saldırganlık ve cinsellik dürtüleri daha belirgin hale gelir. Oyuncağını paylaşmak istemez, arkadaşının kafasına oyuncak fırlatır, ortalık yerde cinsel organıyla oynamaya başlar. Burada da ebeveynlerin rolü dürtüyü anlamak ve uygun şekilde ifade edilmesine ve doyurulmasına olanak sağlamaktır. Oyuncağını paylaşamadığı için öfkelenmiş ve arkadaşına vurmuşsa, bu saldırgan dürtüyü cezalandırmamak gerekir. Sakince konuşabileceğimiz bir yere gidip öncelikle çocuğumuza olayın nasıl ve neden olduğunu anlatması için fırsat vermek, sonra da duygusunu anladığınızı ifade etmek ve duyguyu adlandırmak (örneğin “arkadaşın bebeğini elinden aldığı için üzüldün ve ona kızdın sanırım” gibi) ve son olarak da ona bu davranış yerine yapabileceği bir alternatif sunmak önerilir. Ortalık yerde cinsel organıyla oynuyorsa çocuğa cinsel organların özel bölgeler olduğu ve buralara kendi başınayken dokunmasının uygun olduğunu söylemek yeterlidir.

Dürtülerin önce ebeveynler tarafından daha sonra çocuğun kendisi tarafından kabul edilebilmesi ve uygun ifade biçimleri bulması ya da başka şeylere dönüştürülmesi insani gelişim açısından elzemdir. Özellikle cinsel ve saldırgan dürtüler yer değiştirerek zaman içinde yaratıcılığın temeli ve itici gücü haline gelirler.

Oysa bizim ülkemizde yasaklarla (ayıp, günah) büyütülür çocuklar. Özellikle de cinsellik konusunda. Merakları ayıplanır; 4-5 yaşında iki komşu çocuğu birbirinin cinsel organını merak etse büyük olay olur. Kız ve erkek çocuklar doktorculuk oynarken yan yana uzansa hemen müdahale edilir. Kız çocuğunun erkek arkadaşı olsun istenmez, kimisi elele bile tutuşturmaz. Ama gelin görün ki kızlar çocuk yaşta evlendirilir (Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denilebilir).

Dürtüler kabul edilmediği, doyurulmadığı aksine bastırılmaya çalışıldığı zaman neler olur?

Ülkemiz maalesef kadın erkek ilişkileri ve özellikle de cinsellik konusunda özürlüdür. Çünkü cinsel dürtüler yasaklandıkça, ayıp günah ilan edildikçe, kendine akacak bir alan bulamayıp en sonunda taşan azgın bir nehir gibi önüne geleni yıkıp geçen bir sele dönüşüyor. Bastırmaya çalıştıkça fışkıran cinsel dürtüler her kadın erkek karşılaşmasını bir uyarana çevirmeye başlıyor. Ve gittikçe yasaklanması gerekenler artıyor; çünkü bastırma, duyarlılığı artırıyor.

Kadın ve erkeğin yan yana gelmesi, öpüşmesi, bir oyuncak bebeğin kadın cinsel organına sahip olması, mecliste vajina kelimesinin telaffuz edilmesi, muhtemelen cinselliği belgelediği için hamilelerin sokakta gezmesi, kız ve erkek öğrencilerin aynı merdivenden yan yana inmesi, hatta aynı okulda okuması bile yasaklanmaya çalışılıyor. Yasaklanmaya çalışılıyor ki bastıra bastıra Hulk gibi amorf bir cisme dönüşmüş ve kabardıkça kabarmış cinsel dürtüleri uyanmasın. O kadar bastırıldıktan sonra bir küçük çatlak bulduğunda, dolmuşta bir kadınla yalnız kalmak ya da gece vakti sokakta mini etekli bir kadın görmek mesela, artık önü alınamaz hale gelen dürtü bir vahşete yol açabiliyor.

Oysa örneğin Hollanda gibi ülkelerde genç kızlar mini etekle bisiklet sürerken laf atanı bırakın dönüp bakan bile olmaz. Çünkü cinsellik “aç” kalmamıştır ki her ekmek kırıntısına ağzı sulansın. Erkek ya da kadın, insanların cinselliğini uygun şekilde yaşayabileceği toplumsal kabuller ve değerler vardır; yeterli derecedeki doygunluk uyarılma eşiğini de yukarı çekmiştir. Sevgili olmak ve iki insanın istemesi cinselliği yaşamak için yeterlidir örneğin. Devletin, din adamının, anne babalarının, vs. vs. onayı gerekmez.

Din, insanı anlamak ve iyiye yönlendirmek gibi bir hedefle yola çıkmış olsa da çoğu kez yasaklar; korkutmalar ve bastırma çabalarıyla uygulanıyor. Dinle kendi dürtülerini (nefsini) terbiye etmeye çalışmaksa çoğu kez ya dürtülerin yer değiştirmesine, ya da aksine kabarıp uygunsuz şekilde ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu da genelde güçsüz ve sesini çıkaramayacak olanların başına patlıyor. Ensest,  çocuk istismarı ve kadın cinayetlerinin bizim gibi ülkelerde düşük olması beklenirken tam tersine yüksek olmasını başka nasıl açıklamalıyız?

Buralara varmadan, evliliklerde yaşanan cinsellikte bile sağlıklı bir toplum değiliz maalesef. Sadece ilk tanıdığı, ilk kez cinsellik yaşadığı erkek olan eşiyle birlikte olamayan, vajinismus yaşayan çok sayıda kadın, yıllarca bastırılmış cinsel dürtüleri aniden kendini gerçekleştirme alanı bulan ama deneyimsiz, erken boşalan çok sayıda erkekler yaratıyor bu yasakçı anlayış. Bu kadar şiddetli belirti vermese de rahat ve keyifli bir cinsellik yaşayamayan çoğunluğun, özellikle kadınların gündelik hayatlarında da mutlu olmalarının önünde bir engel olarak duruyor.

Aziz Nesin’in bir öyküsünde turist bir kadını ormana götürüp tecavüz eden bir grup erkekten işini bitiren dereye gidip abdest almaktadır. Turist kadın şaşırır ve niye yıkandıklarını sorar. Tecavüzcülerden biri cevap verir: Bizim dinimizde cenabet gezmek günahtır! Bu durum dinin kendisine değil ama kullanımına mal edilebilir. Yorumu okuyucuya bırakıyoruz.

Cinsel dürtünün doğal bir yolu vardır. Bu yolu tıkayan yasakçı anlayış ve girişimler sapkınlıklara ve yıkıcı bir şiddete yol açmaktadır.

Bu konuda ebeveynler olarak neler yapabiliriz kısmına gelecek olursak listemiz önceki başlıklar kadar zengin olmasa da yapabileceklerimiz var.

Cinselliğin doğal bir olgu, insan yaşamının önemli bir parçası olduğunu kabul etmekle başlayabiliriz örneğin. Ve bu doğal olgu tıpkı nefes almak, yemek içmek, dışkılamak gibi yaşamın başından itibaren mevcuttur. Yani sanıldığı gibi evlenince ortaya çıkan, imza atıldığında öğrenilmesi gereken bir şey değildir. Çocuklarda cinsellik tabii ki bizim anladığımız erişkin cinselliği gibi değildir. Kız ve erkek çocuklarda cinsellik konusunu başka bir yazıda daha uzun ele almayı planlıyoruz.

Ama karma eğitimden taviz vermemek, çocuklarımızın farklı cinsiyetlerin bir araya geldiği ortamları sık sık deneyimlemesini sağlamak, dini eğitimi soyut kavramların anlaşılacağı yaşlara ertelemek; ayıp, günah sözcüklerini mümkün olduğunca kullanmamak ilk aklımıza gelenler. Ancak en önemlisi ebeveynlerin çocuklarının dürtülerini isteklerini duygularını anlamaya çalışmaları; bebeklikten itibaren duygularını önce ebeveynlerin sözelleştirmeleri daha sonra çocukların sözelleştirmesini desteklemeleri; cezalandırma ve bastırma yöntemlerinden uzak durmaları, olumsuz duygularla çocuğun başa çıkabilmesine ve başka kanallara yönlendirebilmesine yardımcı olmalarıdır.

Katkı ve önerileriniz için: [email protected]