'Sen nasıl avukatsın ya!'

Erdem Oktar

Blog: Diren Terazi

Bizim iş en çok soru alan meslekler arasında yer alıyor. Galiba doktorlar birinci, avukatlar ikinci sıradadır. Herkesin bir hukuki sıkıntısı vardır, yoksa bile ‘başıma hukuki bir sorun alsam nasıl yırtarım’ın derdindedir. Daha üniversite birinci sınıftayken, yaz tatillerinde mahalleden koca koca adamlar yanıma gelip gelip, “Sen hukuk okuyon, bilirsin. Ben şimdi adam öldürsem kaç yıl yerim?” diye sorular soruyorlardı. Parkta gazoz içerken, maçta atağa kalkmış koşarken, evde otururken aniden yanımda korku filmi karakteri gibi beliriveren bu adamları, ‘Daha Medeni Hukuk’tayız. O chapter’a gelmedik abi’ diye geçiştiriyordum. Sorular, fantezi dünyasının genişliğine göre çeşitleniyordu tabii. Hasmının kafasını tuğlayla ezmek isteyenler, pompalı tüfeği rakibinin ağzına sokma hayali kuranlar, ‘adamı kesip gömsem yakalanır mıyım’cılar… Hiç kimsenin aklında efendi gibi evinde oturmak yok. Herkes birini kesme derdinde. Düşünüyorum da ne pis ortamda büyümüşüm arkadaş…

Mesleğe başladıktan sonra da soruların önünü elbette alamadık. Örneğin, otobüste seyahat ederken yanımdaki amca önce ‘Öğrenci miyiz?’ diye sorar (Çok genç gösteriyorum evet. Ancak ‘öğrenci miyiz’ sorusunu hiç anlamadım. Amcalar, kendileri de öğrenciymiş gibi neden çoğul konuşuyor? Hem öğrenciysem ne olacak? 64 yaşındaki öğrenci amcayla yurttan sıkılıp eve mi çıkacağız? Kantinde oturup goygoy mu yapacağız?).  Öğrenci olmadığımı anlayınca konu mesleğe gelir ve yol boyu adamın tüm miras işlemlerini, alacaklarının tahsilini ve çek zâyi davalarını halletmiş olurdum. Girdiğim her ortamda soru gelir, ben de yanıtlarım. Yanıtlama havamda değilsem de mesleğimi değiştiririm. Çoğu kez sorulardan kaçmak için metalurji mühendisi, piyade üsteğmen ve toptan gıda tüccarı olmuşluğum vardır.

Bizdeki algı, avukatın her şeyi ama her şeyi bilmek zorunluluğu olduğu yönünde. Evet, avukat elinden geldiğince, zamanı ve enerjisi yettiğince her şeyi bilmelidir/bilmek için çaba göstermeli. Ama kendi alanı dâhilinde… Gelgelelim bizim millet avukatı allame-i cihan olarak gördüğünden, aklına takılan her soruyu, bürosunda ya da sokakta kolayca ulaşabildiği avukata sorabilmeyi bir hak olarak görüyor. Nasıl mı?

Büroda dilekçe yazarken bir müvekkil geldi. Buyur ettim. Önceden Asliye Cezalık bir işini halletmiştim, başka bir iş için geldiğini düşündüm, sorununu sordum. Adamın sorusu şuydu: “Yaa avukat bey sen bilirsin, saman makineleri kaçtan gidiyor?”… Evet, ben saman makinelerinin Ege bölgesi distribütörlüğünü yaptığım için fiyatlarına da hakimimdir. Ve tabii, yıllarca büyükbaş hayvancılıkla da uğraştığımdan bu konuda danışmak için benden iyisini bulamazsınız. Gerilmekten sol gözümün seyrimesini ‘Ah, gözüme bir şey kaçtı, sorun sende değil bende, sen benden daha iyi avukatlara layıksın’ diyerek gizlemeye çalıştım. Durumu bozuntuya vermeyip saman makinesi fiyatlarını bilmediğimi söyleyince aldığım tepki, sorudan daha acayip oldu: “Sen nasıl avukatsın ya!”

Sıcak havada elimde poşetlerle eve gitmeye çalışıyorum. Yolda bir tanıdık durdurdu. Ben sıcaktan ve yükten dolayı trake solunumuna geçmişim, o durumdayım. “Ya, size hemen bir şey soracağım. Alfasilin nedir?”… Nefes nefese, ilaç olduğunu söyledim. Ateş düşürücü mü yoksa antibiyotik mi olduğunu sordu. O an, hiç yanımdan ayırmadığım, baldır hizasına özel yaptırdığım bir bölmede devamlı taşıdığım eczacılık fakültesi diplomamı çıkararak oracıkta yaktım ve eczacılığı bıraktığımı söyledim. Aldığım yanıt yine sert oldu: “Sen nasıl avukatsın ya!”… Doğru. Madem avukatım, nasıl olur da hangi ilacın hangi işe yaradığını bilmem! Nasıl olur böyle bir şey! Orada kendime bir daldım, tutabilene aşk olsun. Sen dedim, nasıl olur da dedim, alfasilini bilmezsin dedim. Bir tokatlıyorum kendimi aklınız durur. Bu cehaletimi çok fena cezalandırdım. Ben kendimi dövmeye başlayınca adam gitti.

Gecenin 23:00’ünde arayıp deprem olup olmayacağını soranlar (deprem dedeyim ben, Kandilli’de sabahlıyorum), muhabbet kuşu hasta olduğu için çare arayanlar (en son ‘hayvana iki damla rakı ver kendine gelir’ diyip kuşu baydım), en iyi yangın tüpünün hangi marka olduğunu merak edenler (Los Angeles’ta demirden inmeli itfaiyecilik yapmışlığım da var), çocuğun velayetini aldığım babanın arayıp veledin hiç söz dinlemediğini ve çocukla konuşmamın mümkün olup olmadığını sorması… Örnekleri çoğaltabilirim ve mesleğe devam ettikçe çoğaltacağım da… İşin berbat yanı, saçma sapan soruların yanıtlarını bilmediğimi söylediğimde gelen tepkinin hep aynı olması: “Sen nasıl avukatsın ya!”.

Arkadaşlar, kardeşler, yiğitler, bacılar… Mahkemelerde bile bilirkişiler alanlarına göre ayrılıyor. Mesela sosyal hizmet uzmanları taşkın inşaatla ilgili kanaatlerini rapor olarak mahkemelere sunmuyor. Siz doktora gidip, 18’lik inşaat çivisinin fiyatını sormuyorsunuz. Hanginiz bir eczacıya gidip de ihtiyadi tedbir kararı aldırtmaya çalıştınız? İçinizden birisi bir pilota gidip ‘yarım ekmek döner kes’ dedi mi allasen? Hangi muhasebeciyi yolda durdurup da en iyi gübrenin hangisi olduğunu sordunuz? Peki bize neden bu tür şeylerle geliyorsunuz kardeşim? Ezcümle; ne bileyim lan ben?