Kayıp aranıyor!

Av. Ozan Gülhan

Blog: Diren Terazi

Tam adliyedeki işleri bitirip ofise dönerken telefonum çaldı. Arayan müvekkilimiz Necmettin Bey. Acil bir iş için kendisi adına açtığımız dava dosyasında bulunan tapu aslı gerekiyormuş. Bir saat içinde ofiste buluşmak üzere anlaştık. Adamcağızı bekletmemek için ben de hemen sekreterimizi arayıp dosyayı çıkarmasını tembihledim.

Yarım saat sonra ofisin kapısına geldiğimde dışarıdan sekreterimizin sesleri duyuluyordu. Böyle şarkı gibi bir şeyler söylüyor sanki. “Bu ne mutluluk” diye düşünerek girdim içeri. Meğer şarkı değilmiş söylediği: “Şeytan aldı götürdüüü, satamadan getirdiii...” Merak içinde, “Hayırdır, ne yapıyorsun?” diye sordum; dosyayı aradığını söyledi. “Ozan Bey” dedi, “her yere baktım ama dosyayı bulamadım, bir de böyle arayayım dedim.” Arkadaş, ilkokul mu burası? “Yahu, hiç böyle dosya bulunur mu?” diye söylendim. Cevap olarak, “Ya tutarsa” dedi. Gerçekten fıkra gibi!

Sekreterimiz kısa süre içinde beni de “bir de böyle arasak ne kaybederiz”e ikna etti. “Müvekkil birazdan gelir, dosyayı bulalım yeter” noktasına gelmişim zaten. Onun şeytanlı nakaratı eşliğinde ben de etrafı kolaçan etmeye başladım. Ancak arıyoruz arıyoruz dosya yok. Derken babam geldi. Sekreterin dosyayı aradığını öğrenince de aralarında benimkine benzer bir konuşma geçti. Sözlerini kahkahalar eşliğinde, “Yahu, hiç böyle dosya bulunur mu?” ile bitiren babam, sekretere yol göstermeyi de ihmal etmedi: “Bak kızım, şöyle arayacaksın: Ethem Dede Ethem Dede, gömleği keten dede, kaybolan dosyayı bulursan, sana üç göbek atam dede.” Len noluyor? Bana iki gün önce diyalektik materyalizmin önemini anlatan adam, kaşla göz arasında “Ethem Dede” ile başlayan bir tekerlemeyle dosya aramaya başladı. Ben ciddi mi yoksa sekreterle dalga mı geçiyor anlayamadığım için olayları uzaktan izlemeyi tercih ettim. Onlara mümkün olduğunca bulaşmayıp, kendi işime baktım. Dolaplar, klasör içleri, masa üstleri, çekmeceler... Sanki yer yarılmış da dosya içine girmiş.

Biz üç silahşor etrafı birbirine kattığımız sırada Dartanyan Necmettin Bey geldi eşiyle birlikte. Ancak bizimkiler istiflerini bozmadan aynı nakarat arama-kurtarma çalışmalarına devam ettiler. Ben dosyasının kayıp olduğunu anlatırken Necmettin Bey babamı fark etti. Haliyle şaşkın bir halde, “Hakkı Bey ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Ama öyle bir sordu ki, bir an stüdyoda yerlerde yuvarlanan “uçan adam”a hayretler içinde “Sabri Bey ne yapıyorsunuz?” diyebilen Esra Ceyhan’ı gördüm sanki karşımda. Ben babamın ciddi olmadığını açıklamaya çalışırken Necmettin Bey aldı sazı eline: “Efendim, böyle dosya mı bulunurmuş canım!” Sonra da o muhteşem çözümünü sundu: Kayıp eşya bulma duası! Ben daha ne olup bittiğini anlayamadan Necmettin Bey dosyasını bulmaya koyulmuştu bile: “Allâhümme rabbe’d-dâlleti...” Buyurun cenaze namazına!

Son umut yalvaran gözlerle bu deliliğe bir çare bulması için Necmettin Bey’in eşi Cahide Hanım’a baktım. Bu beklentinin en büyük nedeni, sanırım kendisinin bilim yuvası bir üniversite hoca olmasıydı. Ne demek istediğimi anlamış olacak ki, ayağına gelen fırsatı kaçırmadı. “Yaa” dedi, “tabii bunlar da etkili yollar ama eksik. Asıl şeytanın sidikliğini bağlamak lazım.” Vurdu, gol oldu! Hem de top ayrı köşeye, ben ayrı köşeye...

Cahide Hanım hiç vakit kaybetmeden askıda asılı duran cübbemin kolunu kavrayıp bir düğüm attı. Ardından da ceketin koluna... Artık onlar kol değil, şeytanın şeysiydi yani. O düğüm attıkça benim içim bir garip oldu. Bizden de yardım istedi ama kimse elini sürmeye yanaşmadı. Diğerlerinin işleri başlarından aşkındı zaten: “Şeytan aldı götürdüüü...”, “...üç göbek atam dede”, “...dâlletî bi kudretike ve sultânike...”

Ben artık dayanamayıp, “Bu yaptıklarınız çok mantıksız ama” deyince, Necmettin Bey babama dönüp, “Mantıksız da mantıksız. Hakkı Bey, senin oğlan da Uzay Yolu’ndaki Mister Spock sanki haa. Bir tek kulakları biraz küçükmüş.” diye dalga geçti. Hep beraber güldüler bir de üstüne utanmazlar.

Bürodaki mantıklı düşünme melekeleri yerinde kalan tek kişi olarak iz sürmeye başladım. Bildiğin CSI Gülhan Hukuk! Sessiz bir köşeye çekilip kendi kendime düşünmeye, parçaları birleştirmeye koyuldum.

- Dosyada en son ne yapıldı?

- Beyan dilekçesi yazıldı.

- Dilekçeyi kim yazdı?

- Yeni stajyer.

- Bizim büroda çalışan stajyerlerin yaptığı en büyük hata nedir?

- Avukat olmak.

- Yok hayır, ondan sonraki yahu?

- Derdest dosyaları karıştırıp biten dosyaların olduğu dolaba koymak.

- Bingo!..

Gittim baktım, gerçekten de aradığımız dosya yanlışlıkla biten dosyaların bulunduğu dolaba konulmuş. Dosyayı çıkarıp, içerideki odaya, bizimkilerin yanına götürdüm. Ben tam dosyayı masaya vurup, “Öyle hurafelerle değil, işte böyle akılla, mantıkla bulunur dosya” diyecektim ki, ağzımı açmama fırsat bile vermediler: “Şeytan satamadan getirdi işte”, “Ethem Dede’nin gücü bu”, “Dua denir buna dua”, “Sidikliği bağlanınca nasıl getirdi iblis”. Tövbe estağfurullah.

Sevinç içinde şükür duası okundu, şeytanın sidikliği çözüldü, göbekler atıldı. Sonra müvekkilin istediği tapu aslını almak için dosyayı açtık. Ancak altın çıkacak umuduyla buldukları testiyi kırıp, toz toprakla karşılaşan köylü kardeşler gibi kalakaldık. Yahu bu kez de dosyanın içinde tapu aslı yok. Sessizliği sekreterimiz bozdu: “Yaa şimdi hatırladım, biz o belgeyi fotokopi çekmek için çıkarmıştık dosyadan.” Ölür müsün, öldürür müsün?

Devamı mı? En baştan aynı terane. Düğüm üstüne dede, şeytan üstüne dua... Ben bir ara düşünmek için yine inzivaya çekilmek istedim ama babamın hışmına uğradım bu kez: “Zevzeklik yapma da gel ara şu belgeyi. Birlik olup sinerji sağlamamız lazım burada.” Devinim, sinerji, devinim, sinerji...

Ardından takım çalışması içinde ikiye ayrıldık. Sekreter ile Cahide Hanım şeytana karşı güçlerini birleştirdiler. Biz kalanlar da baba-oğul-kutsal ruh olarak akla gelebilecek her yerde belgeyi aradık epey bir süre. Tabii fırçayı yiyen bendeniz de boş değilim bu sefer. Belgeyi bulduracak, sonuca etkili, banko bir nakarat buldum; tekrarlayıp duruyorum kendi kendime: “Demba Baaa Demba Ba, gömleğiii keten baba...”

Av. Ozan Gülhan, Hukukta Sol Tavır Derneği kurucu YK üyesi