Aydın ve pipo

Zeynep Erel

Blog: Dile gelen

Davutoğlu AKP'nin seçim beyannamesini açıklarken, her zamanki gibi bu ülkenin aydın ve entelektüellerine de sesleniverdi. Bir de Şeyh Edebali'den “İnsanı yaşat ki devlet de yaşasın” alıntısını yaptı. Bu iki sesleniş bir araya gelince, aklıma bir aydın-akademisyen-devlet ilişkisi düşürdü.

Şimdi, bir akademisyen adayı olarak soruyorum: “Aydın” a seslenen iktidar partisi genel başkanı, “akademisyen” e de sesleniyor mu? Memlekette 2000'li yıllar düşününce, aydın ve akademisyen kavramları örtüşüyor mu? Ya da ilelebet hiç örtüştü mü?

Bir yıl önce, yolsuzluk soruşturmaları ülke gündemini kasıp kavururken, “iktidara muhalif” olan fikirleri dair, her demecine mesafeli durduğum Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç bir açıklama yapmıştı. Sözleri mealen şöyleydi; bu topraklarda ne zaman ulema kravat, takım elbise giydi, bürokrasiye girdi, o zaman tüm “akademik” mesafesini kaybetti. Burada kasıtın ulemanın “kılık kıyafet devrimine” ayak uydurması olmadığı açık ve net. O tartışmaya zihniniz akıyorsa, meselenin özünü kaçırıyorsunuz demektir. Meselenin özü, tee 16.yy'da İmam Birgivi'nin başlattığı bir tartışmaya dayanıyor ki, o dert, Kanuni'nin Şeyhülislamı Ebu Suud ile Çivizade'nin iktidar savaşına katkı sunuyordu. Fazla ayrıntısına girmeyelim, bu tartışmadan dallanıp budaklanan bir nevi devletinkine alternatif  “politik-dindarlık” peydah oldu ki bunu bugünün muhafazakar-İslamcı kimlik örüntüleriyle açıkla(ya)mayız, ancak temeline elbette bu tartışmayı koyabiliriz. İşte akademisyen, bilhassa tarihçi ya da siyaset bilimci o “tee oralara dayanıyor” sözünün altındaki soruyu araştırır ve açıklamaya çalışır. Peki o sorular bugün ne işimize yarar? Bu soruları üreten hatıralar toplamına tarih denirse, bu tarih ne işe yarar? Tarih çalışması, “aydın”ı bugünle dün arasındaki bağı kurmaya zorlar. Bu bağ, bir resim oluşturur. Bu resim ise, konjonktüre göre değişebilir. Dün İttihat ve Terakki'nin II. Abdülhamid'e karşı verdiği “kutsal mücadele” övülür, yere göğe sığamaz belki, bugün bu mücadele “darbe” olarak nitelendirilir, ve II. Abdülhamid'in reformculuğunu övdürür, 1908 devriminin gerçekliği hatta 30 yıllık “istibdat”ın gerçekliğini “tartıştırır”. Peki şimdi bu aklı ve bilimsel tavrı siyasi rüzgara göre savrulan akademisyen “aydın” mıdır? Bu yazıyı okuyan herkesin zihninde bir cevap uyandığı kesin. Peki Davutoğlu'nun seslendiği “aydın”, o aydın mıdır? Ya da “o akademisyen” midir? Cevabı size dikte etmiyorum, sadece diyorum ki, “imge ihanet edebilir”, dolayısıyla;

“Bu bir pipo değildir.”[1]

Bunu da bir düşünün derim.


[1]     “Ceci n’est pas une pipe”: Ressam René Magritte'nin meşhur pipo tablosundaki “imge”yi tartıştıran yazı.