Kaynayan sudaki kurbağalar

Özgür Aydın

Blog: Dile gelen

Şu kaynayan kurbağa anekdotunu bilirsiniz. Hani kaynayan suya atılan kurbağanın zıplayıp kaçacağını, ancak soğuk suya konup yavaş yavaş kaynayan suda neler olup bittiğinin farkında olmayan kurbağanın kaynayan suda öleceğini anlatan ünlü anekdot. Deneysel olarak gerçekliği kanıtlanmış mıdır bilmiyorum, zira bazı biyologlar böyle bir şey olmaz diyorlar. Ancak yine de insanların yavaş yavaş gerçekleşen değişikliklere karşı tepkisizliğini anlatması bakımından güzel bir anekdot. Belki de kendi akılsız davranış biçimimizi zavallı kurbağalar yoluyla anlatmayı tercih ediyoruz, kim bilir.

1980’in 12 Eylül sabahı Türkiye karanlık bir ülkeye uyanmıştı. Tıpkı kaynayan suya atılan kurbağa gibi… Bu, faşizme geçişin bir türüydü, Kenan Evren ve arkadaşlarının seçtiği yoldu. Faşizme geçişin ikinci türü, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının seçtiği yoldu. Soğuk suya konup yavaş yavaş kaynayan suda neler olup bittiğinin farkında olmayan kurbağa misali, halkı on üç yılda faşizme alıştırma uğraşı içine girdiler. Akademi her iki dönemde de nasibini aldı, hâlâ da alıyor.

Akademide sindirme politikası
Yavaş yavaş kaynayan suda neler olup bittiğini anımsayalım. 144 üniversite rektörlüğünün verdiği bilgilere dayanarak YÖK’ün oluşturduğu istatistiklere göre, 2000 yılından bugüne dek öğrencilere karşı açılan soruşturmalar dikkat edici bir biçimde her yıl artış gösteriyor. Soruşturma sayısı on yılda üç katına ulaşmış durumda. Sadece İstanbul Üniversitesi’nde 2013 – 2014 öğretim yılında 82 öğrenciye 251 adet soruşturma açılmış. Bu sayılar, tek bir öğrenciye üç farklı soruşturma açıldığını gösteriyor!

Yüzümüzü akademinin diğer bir kesimine, bilim emekçilerine çevirdiğimizde benzer bir sindirme politikasının onlar için de geçerli olduğunu görüyoruz. Akademi, son yıllarda Haziran Direnişini desteklemek ya da sendikal hakları kullanmak gerekçeleriyle açılan soruşturma örnekleriyle dolu.

Artık sindirme politikası öyle bir düzeye ulaşmış durumda ki açılan soruşturmalar yeterli görülmüyor, akademisyenler cezaevi tehditliyle karşı karşıya bırakılıyor. Yakın bir zaman önce, Karaman’da Berkin Elvan’la ilgili bir basın açıklamasına katıldığı ve Recep Tayyip Erdoğan aleyhine slogan attığı gerekçesiyle Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı başkanı Elifhan Köse’ye 11 ay hapis cezası verildi. Rennan Pekünlü ise türbanlı öğrencilere yasaları hatırlattığı için Kasım ayından bu yana cezaevinde.

Üniversiteler: yarı açık cezaevi
Rennan Hoca cezaevinde, peki ya diğer bilim emekçileri? Onlar da bir tür yarı açık cezaevinde değiller mi? Yüksek duvarlar ve tel örgülerle çevrili üniversite yerleşkesine güvenlik görevlilerinin kontrolünde, dedektörlü kapılardan geçerek giren, girdikleri andan itibaren de kampüs içine yerleştirilmiş sayısız kameralarla sürekli izlenen bilim emekçileri aslında bir tür yarı açık cezaevinde değiller mi?

Telsiz sesleri eşliğinde de olsa emekçilerin yerleşkede bir mekândan diğer bir mekâna geçme özgürlükleri var kuşkusuz. Ancak üniversite yöneticileri, bu mekânlarda hangi bilgilerin üretildiğini çok çeşitli yöntemlerle denetliyorlar. Bilim emekçileri, ürettikleri bilgilerin nerede, ne amaçla, kimin için kullanılacağından habersizler. Bilimsel üretimin çıktıları, bilgi tekellerine, oradan da bunu kullanacak şirketlere sunulurken bilim emekçileri yüksek duvarlar ve tel örgülerle çevrili bu mekânlarda dünyadan habersiz bilgi üretimine devam ediyorlar.

Yarı açık cezaevlerinde tüm akademi aynı tepkiyi göstermiyor elbet. Bir tarafta kaynamakta olan suyun içinde sıcaklığın huzuruyla mutlu akademik yaşantılarını sürdüren akademisyenler, diğer tarafta kaynamakta olan sudan kurtulma mücadelesi veren ve var olan sistemi değiştirme etkinliğini gösteren akademisyenler.