Ekonomi ve spor: Kimin için, kime ait?

İsmail Sarp Aykurt

Blog: Spor

“İktisat öğrenmenin amacı, iktisadi sorunların hazır cevaplarını elde etmek değildir; iktisatçılar tarafından kandırılmamayı öğrenmektir” der Britanyalı İktisatçı Joan Robinson…

Aslına bakılırsa; kanımca bir grup “meşhur” piyasacı ekonomist için 1960 yılında söylenen bu söz hala geçerliliğini koruyor. Sermaye sınıfı, piyasa ekonomisinin ideologları ile birlikte; emekçiler üzerindeki baskıyı arttırmaya, sömürüyü derinleştirmeye ve bunun teorisini işlemeye devam ediyorlar. Elbette ki kandırmaya, hedef çarpıtmaya da…

“Bildiğimiz ekonomi” kapitalizm ise işlerliğini koruyor, koruduğu oranda da bizi bataklığa sürüklüyor; spordan sanata, kültürden gündelik yaşama kadar her yüzeye temas ediyor, burnunu sokuyor.

Stanford, kapitalizmin teşhisini üç madde halinde özetlemenin mümkün olduğunu, sistemin sahip olduğu tüm özellik ve güçlerin tanımlanması gerektiğini şu şekilde dillendiriyor. (1)

İnsanların çoğu, ücret ya da maaş karşılığında başkaları için çalışmak zorundadır.
Toplumun küçük bir oranı servetin büyük bölümüne sahiptir ve bu serveti daha çok servet elde etmek için kullanır.
Karlarını azamileştirmeye çalışan şirketler arasındaki rekabet, onları belirli bir biçimde, bazen de ahlaksızca davranmaya zorlar.

Yukarıdaki sınırlı bilgilendirmenin, hayatımızda geniş bir ölçekte somutlandığını görmek oldukça kolay. Küreselleşme olgusunun da denkleme dâhil olması ile birlikte ortaya çıkan yeni tarz küresel ilişkiler, (bunu globalize edilmiş üretim, tüketim ve birikim üçgeni diye de tanımlayabiliriz) yeni adlandırmalar ve yapılar spor alanını da birçok açıdan tahribata uğratmaktadır. Bu tahribat, yoğunluğu yüksek bir piyasalaşma aşısı ile hem taraftarlara hem de sporun derinliklerine işlemiş, spor devasa bir ekonomi haline dönüşmüştür.

Bu ekonominin en önemli branşlarından birini futbol almakla birlikte, futbolun da artık bu ekonomiye bağımlı olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Çünkü, günümüzdeki en önemli iki piyasa ve topyekün olarak sektörler, futbolcu piyasası ve de taraftar (daha doğrusu seyirci/müşteri) piyasasıdır. Buna bilet paralarından ve kombinelerden, passolige, sponsor, organizasyon ve reklam gelirlerinden de gelir paylaşım ilişkilerine vb. kadar geniş bir yelpazede rastlamak mümkündür.

Avrupa’nın bir çok ‘büyük ekonomili’ futbol takımının para ligindeki durumları bunlar için oldukça somut örnekler teşkil ediyor. Ligdeki 20 kulübün gelirleri rekor bir seviye olan 6,6 milyar Euro seviyesine çıkmış durumda. Real Madrid, Manchester United ve Barcelona’nın ilk üç içerisindeki yerlerinin pek de değişmediği bir ligde futbol alanında da ortaya çıkan ‘eşitsiz gelişim’ fazlasıyla hissedilir halde diyebiliriz. Özellikle Premier Lig için oynayan İngiliz takımlarının toplam gelirlerinin 3 milyar Euro’yu gördüğü bir futbol düzeninde ‘ancak işçi sınıfının kulübü değil miydi o kulüpler’ çıkışı, ‘18. yüzyıl romantizmine’ denk düşüyor. Ayrıca, para liginin içerisinde ilk 20 içerisinde yer alan 9 İngiliz kulübünün olduğunu da hatırlatmak gerekiyor.

FUTBOL EKONOMİSİ VE DÜNYA KUPASI ÖRNEĞİ

Spor; endüstriyelleşmesinin önünün açılması ile birlikte, gerek şirketlerin gerekse buna uyum sağlayan sermayedar spor baronlarının elinde bir pazar ya da meta değişim alanı hali alan; bir ekonomi birimi olarak kodlanan, kapitalizmin direkt etki alanına giren bir disiplin halinde. Sporun ekonomileşmesi sürecinde; endüstrileşmenin etkisi yadsınabilir bir seviyede değil. Spor endüstrisi; spor ile doğrudan ilişki içerisinde ya da yakın bir eksende kodlanan tüm hizmet, ürün ya da açılımların işletme kültürü çerçevesinde ve bir işletme tarafından üretim sürecine dâhil edilmesi olarak görülmelidir. Bu da kuşkusuz üretim süreci sonucunda oluşan çıktıların, tüketim ve pazarlama argümanlarının kullanılması sonucunda farklı alıcı profilleri tarafından eritilmesini de beraberinde getiriyor. Bu stok eritme işleminin (satış) sonunda da yeni üretim-tüketim mekanizmalarının işlerliği kontrol edilip, revize edilebiliyor. “Kapitalist sistem için temel olan sürekli üretmek, biriktirmek ve kar etmektir”. (2)

Bu anlamda tüketim işlevi de; bir spor salonunu kullanan, sportif hizmetten faydalanan, herhangi bir spor dalı için imal edilen ürünü kullanan ya da sporun kurumsallaştırıldığı bir alanın etkisi içerisinde spor faaliyetlerinden yararlanmaya çalışan kişilerin tüketici ayağını oluşturduğu bir yörünge çiziyor. 

Sporun endüstriyelleşmesi sürecinden çıkıp günümüze ulaşmak ve bunun toplumsal sonuçlarını irdelemek gerekiyor. Spor ekonomisinin günümüzde ulaştığı boyut; küreselleşme sürecinin ve para babalarının aracısı, yönlendiricisi olduğu dünyanın ücra köşelerine yayılan sermaye ihracı tutkusundan, medya ve iletişim aygıtlarına, kulüp hisselerinden, sporcuların bonservis paralarına, spor ürünlerinin ucuz iş gücü aranarak imalatından, yayıncı kuruluş ve TV gelirlerine ve forma reklamlarına kadar birçok noktada görülebiliyor.

PEKİ, TÜM BUNLARIN TOPLUMSAL BİR TEPKİYE YOL AÇMAYACAĞINI İDDİA EDEBİLİR MİYİZ?

Tüm bu süreçlerin bir karşıtlık yarattığına geçtiğimiz Dünya Kupası müsabakaları öncesinde Brezilya sokaklarında rastlıyoruz. Bu tepkinin yukarıda bahsettiğimiz sürecin bir parçası olduğuna kanaat getirmek oldukça zahmetsiz bizim için. Brezilya halkı uzun bir süre boyunca yürüttüğü grev ve eylemlerde, Dünya Kupası organizasyonu için harcanan, savrulan paraların sağlık, ulaşım, eğitim ve barınma vb. gibi temel insani gereksinimler için kullanılmasını talep etmişti.   

Bunun dışında metro işçileri içerisinde örgütlenen ve tüm tehditlere, cezalara karşın devam ettirilen grev, özellikle Sao Paulo kentinde hayatı durdurmuş ve kentte metroların işlerliğini kaybetmesi maçlar öncesi devlet yetkililerini de telaşa düşürmüş durumda idi. Eski bir gerilla olan devlet başkanı Dilma Rousseff’in “Halkın futbol sevgisine güveniyorum. Kupa başladığında gösteriler bıçak gibi kesilecektir” sözleri ise olayların ciddiyetini gösteriyordu. Açlık sınırında olan halkın, “Halksız kupaya karşı yine yollardayım” sloganı ile yürüdüğü verisi varken, dünya kupasının önemini kaybedeceği fikri egemenlerin kâbusu haline gelmişti. 

Kısacası, artık Brezilya’da gecekondularının yıkılmaması için direniş başlatan halkın, yıkılacak evlerinin yerine futbol stadyumu yapılması kararının ardından direnişe son verdiği o ‘romantik’ zamanların sonu gelmiş bulunuyor. Aynı zamanda bu durum, sadece Brezilya’ya özgü de değil. Ülke tribünlerinde görülen fahiş fiyatlar, belirli gruplara peşkeş çekilen ve belirli sitelerden edinilen biletler ve bu şekilde oluşan bir ‘plase’ (karaborsa) ekonomi… Buna eşlik eden ve Avrupa’da yükselen protesto sesleri…

Tüm bunlar, bir sınıra gelindiğini de gösteriyor.

Paranın ve onun örgütlediği birçok ilişkinin tutsak ettiği futbolda, ihtiyaç duyulan şey romantizm ya da lirik öyküler değil artık. Gereksinim duyulan tek başlık, siyasi ve ideolojik tutarlılığı olan bir mücadele hattı…

Sonuç olarak; sporun da artık izlenmekten öte, kaçınılacak bir masraf ve emekçi sınıf için bir “kambur” haline geldiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Artık bu gerçeğin, bahsettiğimiz ekonomik veriler ile daha da kötücül hale gitmesi muhtemel.

Reçetede yazılanlar ise yine belli. Aitlik tartışması ise, bu konjonktürde tartışılmayı dahi gerektirmiyor.

Yepyeni bir düzen ile, yeni iktisat ve de yeni bir spor anlayışı ‘tahayyülü’ ise, somutlanmayı bekliyor.


Stanford, J. (2009). Herkes İçin İktisat Kapitalist Sömürüyü Anlama Kılavuzu. İstanbul: Yordam Kitap.
Özer, A. (2005). 11 Eylül ABD Türkiye ve Küreselleşme. Ankara: Elips Kitap.


Katkı ve önerileriniz için:
https://www.facebook.com/soLspor

https://twitter.com/soLspor