Toplumsal eylemlerle bilime müdahale

İzge Günal

Blog: Bilimin İzleri

Toplum ve bilim ilişkisi, aslında bu sütunlarda yazdığım yazıların temelini oluşturuyor. Bilimin toplumun şekillenmesindeki işlevini, bilim insanlarının topluma karşı sorumluluğunu ve toplumsal yapının bilim üzerindeki etkisini defalarca ve çeşitli örnekler vererek yazdım.  Peki, kimi zaman toplumsal eylemlerle bilimsel gerçeklerin veya daha doğru bir ifadeyle bilimsel gerçek sanılanın değiştirilebileceğini biliyor musunuz?

Genelde kabul edilen ve öğretilen, bilimsel kabullerin yine kendi içlerinden ve kendi yöntemleriyle değiştirilebileceğidir. O zaman, toplum bilime üstelik pozitif bilime nasıl müdahale ederin örneğini vereyim:

Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) ruhsal sorunları sınıflandırmada kullandığı bir sistem vardır. Bu sistem DSM (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) adıyla bilinir. İlk kez 1952 yılında oluşturulduktan sonra, zamanla değişikliklere uğrayarak günümüzde sanırım DSM 5 sürümü kullanılmaktadır.

1969 yılında DSM 2 kullanılmaktaydı. Buna göre eşcinsellik bir hastalık olarak kabul edilmekteydi. Aslında İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Amerika’da cinsiyetçi, homofobik uygulamalar çok artmıştı. Eşcinsel olduğundan kuşkulanılan kişilerin FBI tarafından takip edilmesi, yaklaşık 5000 kişinin eşcinsellik kuşkusuyla ordudan atılması, devlet ve özel sektöre iş başvurularının kabul edilmemesi olağan uygulamalar arasındaydı. Tahmin edilebileceği gibi eşcinsellerin sıkça gittiği mekânlar da baskı altındaydı.

Stonewall, New York’ta benzerleri gibi hemen her ay baskına uğrayan, genellikle eşcinsellerin gittiği bir bardı. Bu baskınlarda polisi susturmak için onlara yüklüce miktar para ödenirdi. 28 Haziran 1969 Cumartesi günü sabaha karşı Stonewall barı yine polislerce basıldı. Barda bulunan yaklaşık iki yüz kişinin standart kimlik kontrolünden geçmesi gerekiyordu. Fakat bu kez, bardakiler kontrol edilmeyi reddeder ve bunun üzerine polis, barın içindeki herkesi tutuklayıp karakola götürme kararı alır. O an sokakta olan insanlar, ne olduğunu anlamak için barın çevresinde toplanırlar ve olayı izlemeye başlarlar. Polislerin bardakilere yaptığı muameleyi gören ve hızla büyüyen topluluk polise ciddi anlamda tepki gösterir. İlk olarak polis taşa tutulur, bununla da yetinmeyip bara saklanıp yardım çağıran polisler hırpalanır. 

Çoğunluğu heteroseksüel olan ve hiçbir örgütle bağları olmayan bu büyük topluluk, toplumsal dayanışmanın ve Amerika’nın yaptığı baskılara, o gece bir cevap vermiş oldu. Polis, öfkeli halk karşısında hiçbir şey yapamadı. Sonrasında savaş şehre yayılarak üç gün sürer. Eşcinsellik tarihinin ilk açık savaşıdır bu. Herkes şaşkına döner. Eşcinseller bu olaydan sonra toplanıp Gay Liberation Front’un ilk adımlarını atar.

İlerleyen altı ay boyunca, okur sayısı yirmi beş binleri bulan eşcinsel haklarını savunan gazeteler basılmaya başlar (Gay, GayPower gibi). Ayrıca 28 Haziran 1970 günü, yani ayaklanmanın birinci yıl dönümünde onur yürüyüşü yapılır. Günümüzde Türkiye dâhil hemen her ülkede haziranın son haftası yapılan onur yürüyüşlerinin temeli budur.

Kendisi de bir psikiyatr ve eşcinsel olan Ronald Bayer APA’nın 1970 yılında San Fransisko’daki kongresinde eşcinsel haklarını açıkça savunur ve arkadaşlarıyla birlikte eşcinselliği bir hastalık olarak gören “bilim insanlarının” konuşmalarını engellerler. Ayrıca Gay Liberation Front üyeleri de o tarihten itibaren bütün psikiyatri toplantılarında protesto eylemleri yapar.

Bu mücadelelerin sonucunda 1974 yılında yayınlanan DSM 2’nin yedinci baskısında eşcinsellik bir hastalık olarak yer almaz.

Kıssadan hisse: sokak mücadeleleriyle de bilime müdahale edilebilir. Bilime müdahale edilebildiğine göre ise, müdahale edilemeyecek bir fildişi kule yoktur. Haydi sokağa…