Rektörlük seçimleri

İzge Günal

Blog: Bilimin İzleri

Mart 2013’de günlük soL gazetesinde bilim konulu yazılar yazmaya başladıktan sonra ayda en az iki yazıyla devam ediyorum. O zamanki sayfa editörüyle anlaşmamıza göre bilim üzerine yazılar yazacaktım, üniversite üzerine değil. Bu anlaşmaya, sayfa (sonrasında blog) editörüm iki kez değişmesine karşın, sadık kaldım. Ta ki bugüne dek.

Birçok üniversitenin rektörünün değişeceği bir döneme giriyoruz. Türkiye’de üretilen bilginin önemli bir kısmı, OECD ölçütlerine göre, üniversitelerde gerçekleştiğine göre, rektörleri kendi üniversitelerindeki bilgi üretiminin lideri ve yöneticisi olarak değerlendirip, bu nedenle de rektörlük seçimlerini bilgi üretimi bağlamında ele almanın ve bu konuda yazmanın “blog” ilkelerine aykırı olmadığını düşünüyorum.

***

Önce bazı saptamalar yapmakta yarar var.

-Her ne kadar herkes (ben dâhil) rektör belirleme sistemini seçim olarak adlandırsa da, ortada seçim falan yoktur. Sadece yardımcı doçent, doçent ve profesörlerden oluşan bir seçmen grubu, ismi YÖK’e gönderilecek altı profesörü belirlemektedir.  Şunu belirtmekte yarar var; genellikle aday olan altı profesör bulunmamakta ve sayıyı tamamlamak için zorla bazı isimler yazdırılmaktadır. Çok sayıda aday çıktığı durumlarda bile büyük üniversitelerde 20-30 oy almak ilk altıya girmek için yeterli olmaktadır. Sonra bu altı kişi rektör olunca ne yapacaklarını yazılı olarak YÖK’e ilettikten sonra, YÖK üyelerinin sorularına 15-20 dakikada yanıt vermekte ve YÖK aday sayısını üçe indirip cumhurbaşkanına yollamakta, o da bir kişiyi rektör olarak atamaktadır. Kısacası rektör seçimi değil, ataması vardır.

-İkincisi, öğretim üyeleri yukarıda anlattığım sürecin oy kullandığı kısımlarında bile iyi bir sınav verememiştir. Eğer kendisi adaysa rektör, yoksa desteklediği kişi genellikle en yüksek oyu almaktadır. Görüldüğü gibi, muhtar seçiminde etkin olan dinamikler, tümüyle rektör seçimi için de geçerlidir.

-Hal böyle iken, en çok oyu alan kişinin rektör olmasını savunmanın da bir anlamı yoktur. Bu durumun en çok oyu aldı diye AKP iktidarını meşru görmekten bir farkı yoktur aslında. “Benim aldığım oy oranı da AKP’nin gibi, umarım beni atarlar” diye demeç vererek yapılan yalakalıkları unutmadık daha. Kısacası seçim fetişizmi, üniversiteye bir yarar sağlamaz.

***

Bu durumda, rektör belirlemede ilkeler ne olmalı? Bence olmazsa olmaz üç koşul vardır. Bunlardan biri eksik olursa üniversite ileriye gidemeyecektir.

1) Öncelikle rektör yetkileri çok fazladır ve budanmalıdır. Şimdiki durumda üniversiteye diktatör, iktidara kapıkulu seçmekteyiz. Yasalar değişmese de, her aday seçildiği takdirde asla kullanmayacağı yetkilerini kamuoyuna açıklamalı ve basın önünde bu belgeyi imzalamalıdır. Rektör primum inter pares yani eşitler arasında birinci olmalıdır.

2) Herkes rektör adayı olamamalıdır. Akademik yükseltmeler, ne yazık ki, liyakate bağlı olarak gerçekleşmediği için her profesörün de üniversiteyi bildiği söylenemez. Bence adaylık için iki koşuldan en az birisinin gerçekleştirilmesi zorunlu olmalıdır. İlk koşul, adaylar daha önce yaptıkları üniversite içi yöneticiliklerde, bu birimleri bilimsel açıdan nereden nereye getirdiklerini ayrıntılı olarak açıklamalıdırlar. Açıklamalar somut verilere dayanacağı ve kendilerinden önceki yöneticilerin çoğunluğu da hala üniversitede olduğu için, ciddi bir tartışma olacaktır. Eğer aday olmak isteyen kişinin hiçbir yöneticilik deneyimi yoksa ki eski yönetimlerce bilinçli olarak yöneticilikten uzak tutulmuş olabilirler, o zaman akademik anlamda üniversite sorunlarıyla ilgili yaptığı çalışmaları sunmaları istenmelidir. Burada kastettiğim gazete yazıları vs değil, akademik yükseltmelerde kullanılabilecek konusu üniversite veya bilim sorunları olan bilimsel üretimdir. Yasalar henüz bunu zorunlu kılmasa da, öğretim üyeleri adaylardan bunu talep edebilir.

3) Orta büyüklükte bir üniversitede 20.000 civarında öğrenci, 3.000 emekçi, bin öğretim üyesi ve bin diğer öğretim elemanı (asistan, uzman, okutman, öğretim görevlisi) olduğu söylenebilir. Bu sayıları temel alarak konuşacak olursak, uygulanmakta olan sistemde sadece bin kişi, yani üniversite bileşenlerinin sadece yirmi beşte biri oy kullanabilmektedir. Bu elbette kabul edilebilir bir durum değildir. Ancak herkese eşit oy hakkı da savunulamaz çünkü bu durumda da seçimi öğrenciler yapmış olur ve öğretim elemanları ile emekçiler devre dışı kalır. Bu durumda ya öğrenci ve emekçilerin temsilcilerinin seçime katılması düşünülebilir ya da, daha iyisi, kademeli seçimin üniversite içinde uygulanması yani, önce öğrencilerin yapacağı seçimle aday sayısının beşe indirilmesi, sonra emekçilerin bu sayıyı üçe indirmesi ve sonra tüm öğretim elemanlarının rektörü seçmesi. Bu şekilde yapıldığında adayların öğrenci ve emekçilere yönelik çalışma yapması gerekeceğinden daha demokratik bir ortam sağlanacak ve rektörün icraatlarının takipçisi artacaktır.

***

Yukarıda saydığım üç ilke, üniversiteyi daha demokratik, daha fazla bilgi üreten bir yer haline getirecektir.