Bilim müzeleri üzerine

İzge Günal

Blog: Bilimin İzleri

 Bilimsel düşüncenin toplum içinde yaygınlaşması, daha doğrusu bilim dışı bakış açısının toplumdan bütünüyle uzaklaştırılması en büyük düşümüz. Bilimsel bakabilen bir toplumun hem her türlü yanlışlığa karşı ayağa kalkma gücü olacağı gibi, eşitlikçi bir toplumun da en büyük güvencesi yine bilimsel bakış olacaktır. Bilgi üretimi de ancak bu koşullar altında en uygun düzeye ulaşabilir.

Böyle bir hedef için okulların tek başına yeterli olduğunu düşünmek doğru değildir. Öncelikle toplum içindeki bilim dışı alışkanlıklarla mücadele edilmesi gerekir. Hacamat sempozyumlarının, sülük uygulamalarının adlarının bile anılmaması bir yana, fal baktırma, alternatif tıp gibi etkinlikler de tarih olmalıdır. Bu da yetmez: din ve dünya işleri (sadece devlet işleri değil) birbirinden ayrılmalı, insan zihni özgür bırakılmalıdır.

Bunları sadece ve sadece normalleşmek için gerekli önlemler olarak görmek gerekir. Sonrasında özgür, bilimsel düşünceli nesiller için bilim müzeleri olmazsa olmaz koşullar arasında sayılmaktadır.

Bilim ve müze kavramları birbirlerine doğrudan ilişkili gibi durmasalar da, tıpkı kütüphaneler gibi bilginin biriktirilmesi/saklanması anlamında birbirleriyle çok yakından ilintilidir. Zaten müze kelimesi de Eski Yunancadan gelen bir sözcük olup bilimler tapınağı anlamına gelmektedir. Müzeler bilim insanları ve öğrenciler için bir eğitim ortamı olmalarının yanında, halkın da yararlanmasına açık olduğu için bilim toplum ilişkisinde de önemi büyüktür. Bu yüzden müze oluşturmak bilim politikasının kapsamı içerisinde kabul edilir1.

Günümüzde bilim müzeleri üç farklı işlevi bir arada yerine getirmeye çalışmaktadır. İlki, adı üzerinde, müzelik objeleri sergilemek, tanıtmak. Bu kapsam içerisinde geçmişte bilimsel çalışmalarda kullanılan araç ve gereçler olduğu gibi, bilimsel gelişmenin evrelerini gösteren ürünlerde yer alır. Örneğin, eski telefonlar, bisikletler, dokuma tezgâhları gibi. En iyi örneği Floransa’daki Galileo Müzesidir.

Bilim müzelerinin ikinci işlevi ise bilim tarihi ile ilgili sanat eserlerini örneğin, bilimsel gelişmeleri aktaran resimleri, fotoğrafları sergilemektir. Bunu ayrı bir işlev olarak görmeyip, ilk işlevin bir türevi biçiminde değerlendirenler de bulunmaktadır.

Bilim müzelerinin üçüncü işlevi ise eğitmektir. Bu bağlam bilim merkezleri kavramı içerisinde ele alınabilirse de, müze ile beraber olmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Burada teknolojik gelişmeler herkesin anlayabileceği ve uygulayabileceği basitlikte gösterilmekte, ziyaretçiler deneylere katılabilmekte hatta teşvik edilmektedirler. Bunlara ek olarak, örneğin, depremin nasıl olduğu bizzat yaşanmakta, evrim süreci gösterilmektedir. Özelikle çocukların ilgilendiği bu tip müzelerde belirli bir zaman geçirdikten sonra doğal olayları doğaüstü güçlerle açıklamaya çalışmak olanaksız hale gelmektedir.

Bilim müzelerinin elbette sorunları da vardır. Kanımca en önde geleni, eğitimden çok basit bir eğlence merkezine dönüşebilme riskidir2. Bunu önüne geçmek için müze yöneticilerinin yaratıcı olması, müzelerin ilham verici kurumlara dönüşmesi gerekir. Müzede görme ve anlama deneyimi, dokunmak, duymak ve hatta koklama duyularıyla genişletilebilmelidir.  Ziyaretçilerin nesnelerle iletişim kurmasının müzeleri tekrar ziyaret eden izleyici sayısının artırabileceği düşünülmektedir3.

Günümüz Türkiye’sinde gericiliğe karşı direnç noktalarından bir tanesi de bilim müzeleri olabilir.

   

1- http://bilimsol.org/bilimsol/blog/bilimin-izleri/bilimin-muzelere-gereks...

2- Doğan T. Toplum ve bilimin temas noktaları: bilim merkezleri. soL 25 Ocak 2015, s:46-7.

3- Bonner PJ. 1985. Museums in the classroom and classroom in the museum. Antropol Edu Quart 16: 288-93