Aziz Sancar'ın Nobel'i

İzge Günal

Blog: Bilimin İzleri

Günlük soL gazetesi ve devamındaki sitelerde 100 civarında popüler bilim yazısı yazdım ama ilk kez yazmada bu denli zorlanıyorum. Daha doğrusu içimden yazmak gelmiyor. Nasıl gelsin ki? Önce birileri askeri darbe yapmaya kalkıyor, sonra diğerleri darbe başarıya ulaşmış gibi darbe sonrasını yaşatıyor ülkeye. Sokakta şeriat isteriz diye bağıranlar mı ararsınız, toplu ulaşım araçlarında kimlik kontrolü yapan polisler mi aradığınız, yurtdışına çıkış yasaklarını mı, bir emirle neden diye sormadan istifalarını sunan 1500’ün üzerinde dekanı mı, hepsi var. Ama yine de bir şeylerin devam etmesi gerekiyor, panik havasını en azından bu sütunlardan uzak tutmak için.

***

Aziz Sancar hakkında yazmaya iki hafta önce, bir önceki yazımı yolladığımda karar vermiştim; biraz yaptıklarından bahsetmek biraz da Nobel aldıktan sonraki tartışmalara değinebilmek için. Sancar’ın çalışmalarını Orhan Bursalı dört başlık altında toparlıyor.(1) Öncelikle “Sancar Enzimi” olarak da adlandırılan fotoliyaz enzimi üzerinde yaptığı çalışmalar. Bu enzim güneş ışığındaki mor ötesi ışınlarının DNA’da yaptığı hasarı onarıyor ve bilinen enzimler içerisinde ışık enerjisini kimyasal enerjiye çeviren tek enzim.  Aziz Sancar bu enzimin çalışma mekanizmasını çözerek sonraki çalışmaların önünü açmıştır. Diğer önemli buluşu olan “Büyük Hücre” ise klonlanmış genlerin yaptığı proteinleri bulmak için çok kullanılan bir yöntemdir. Sancar’ın geliştirdiği bu yöntemle çok sayıda buluş gerçekleştirilmiştir. Bursalı’nın deyimiyle üçüncü sıçraması, Nobel’i de kazandıran DNA onarım mekanizması çalışmalarıdır. Sonuncusu ise, hücrelerdeki biyolojik saati ortaya çıkartmasıdır.

Sakın böylesine basit bir özete bakıp sadece dört araştırması var sanmayın, bu dört ana başlık içerisinde hepsi birbirinden değerli yüzlerce makale yazmıştır Aziz Sancar. Tümü olağanüstü yaratıcılık, bilgi birikimi ve emek isteyen çalışmalardır ve katkısı sadece tıp alanıyla sınırlı değildir. Zaten bu yüzden, tıp/fizyoloji Nobel’i alması beklenirken kimya dalında almıştır bu ödülü.

Aziz Sancar Nobel ödülünü aldıktan sonra en çok tartışılan konu ve sorulan soru “Eğer Amerika’ya gitmeyip Türkiye’de kalsaydı bu ödülü alabilir miydi?” oldu. Tarihe böyle yaklaşım elbette doğru değil ama eğer Türkiye’de kalsaydı olağan öykü, akademik basamakları hızla tırmanan, Türkiye için iyi ama dünya ölçeğinde çok da bir şey ifade etmeyen bir bilim insanı olmasıdır. Ne çalışmaları için yeterli kaynak bulabilmesi, ne ekip oluşturabilmesi, ne akademideki ayak oyunlarına dayanabilmesi, ne de ülkede olanlara boş verip (katliamları, yolsuzlukları ve son günlerin olağanüstü hal uygulamalarını düşünün) işine yoğunlaşabilmesi mümkün olmazdı. Zaten hocaları da bu yüzden yurtdışına gitmesini teşvik etmişlerdi. (1)

Bence spekülasyonu bırakıp, esas soruyu sormak gerek: Diyelim ki Sancar veya bir başkası Türkiye’den Nobel’i aldı, bu bize ne kazandırırdı? Açıktır ki çok fazla bir şey değil. Buluş eğer ürüne dönüşecekse bu yine ileri kapitalist ülkelerde olurdu. Sonuçları da yine oralarda kullanılırdı. Böyle bakıldığında çalışmanın yapıldığı yer veya yapanın etnik kökeni milliyetçi duyguların tatmininden başka da bir işe yaramazdı. Sorarım size ülkemiz dışında kaç kişi Sancar’ın Türkiye kökenli olduğunu biliyor veya bununla ilgileniyor? Ya da, Mesut Özil’li, Emre Can’lı Almanya’nın dünya kupasını almasının bize ne yararı var?

Aziz Sancar Nobel alacak çalışmaları Türkiye’de yapabilseydi ülkeye en önemli katkısı kendisini izleme şansı olan öğrencilere örnek olması olurdu bence.

Aziz Sancar’ın katkıları evrenseldir. Yaptığı çalışmaların dolaylı veya dolaysız sonuçları tüm insanlığın hizmetine girecektir elbette bir gün.  Ancak günümüz koşullarında bile, hiç bilinmeyen mekanizmaları aydınlatarak bilinemeze ve bir anlamda da dinsel düşünceye vurduğu darbeler o “bir gün”ü biraz daha yaklaştırmıştır kendi siyasal düşüncesi ne olursa olsun.


(1) Bursalı O. Aziz Sancar ve Nobel’in öyküsü. Kırmızı Kedi, 2015.