Venezuela-Kolombiya arasında tehlikeli gerilim

Venezuela'nın, komşusu Kolombiya ile diplomatik ilişkilerini kesmesi, tarih boyunca suların durulmadığı ancak uluslararası düzeyde sıcak savaşların da uzunca süredir görülmediği Latin Amerika'da bu olasılığı artıran bir gelişme oldu.

Bilindiği gibi yıllardır emperyalizmin kıtadaki en önemli işbirlikçisi işlevini üstlenmiş olan Kolombiya hükümeti, geçtiğimiz hafta yapılan olağanüstü OAS (Amerikan Devletleri Örgütü) toplantısında konuşan büyükelçisi Hoyos aracılığıyla, FARC militanlarının Venezuela'da barındığına ilişkin “somut” kanıtlar ileri sürerek Venezuela'dan bu duruma son vermesini talep etti.

Bu adımın ne denli büyük bir provokasyon olduğunu görmek hiç de zor değil. Uzun bir süredir, Latin Amerika'da devrimci rüzgarların esmesini sağlayan Venezuela, ABD emperyalizminin hedef tahtasında yer alıyor. Kolombiya da ABD saldırganlığının kıtadaki baş taşeronluğunu üstleniyor.

Kolombiya'da kısa süre önce yapılan başkanlık seçimlerini eski savunma bakanlarından Juan Manuel Santos kazanmıştı. Uzun süredir iktidarda olan Álvaro Uribe, başkanlık görevini 7 Ağustos'ta Santos'a devredecek.

Venezuela'ya yönelik son saldırganlığın Uribe'nin giderayak gerilimi yükseltmesi ile açıklamak mümkün. Chávez de buna vurgu yaptı. Yeni dönemin başkan yardımcılarından birinin iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesini istediklerini belirtmesi, Uribe ile Santos dönemlerinin arasında belirli bir fark olacağının işareti olarak görülebilir. Ancak ABD emperyalizminin bölgeye ve Venezuela'ya dönük yaklaşımı, konunun bu denli basitçe ele alınabilmesini olanaksızlaştırıyor. Başkanlık değişiminin ABD'nin yaklaşımında bir değişiklik yaratması beklenmemeli.

Bilindiği gibi Kolombiya yönetiminin, Venezuela'ya yönelik saldırısının ana konusunu, Kolombiya'da faaliyet gösteren devrimci FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri) örgütü oluşturuyor.

FARC, 1999 ile 2008 yılları arasında, ülkedeki diğer önemli silahlı devrimci örgüt olan ELN (Ulusal Kurtuluş Ordusu) ile birlikte, ülke topraklarının yüzde 30 ila 40'ını denetimi altında tutmaktaydı.

Uribe, başkanlık seçimlerini kazandıktan sonra, 2003 yılında “demokratik güvenlik politikası” adını verdiği politikayı yürürlüğe koydu. Faşizan ögeler içeren bu politikanın temelinde, devletin güvenlik alanındaki denetimini artırmak amacıyla özgürlüklerin kısıtlanması yatıyordu. Politikanın görünürdeki söylemi, ülkede süregiden şiddeti azaltmak için devletin daha fazla ağırlığını hissettirmesine dayanıyor, “terörle mücadele” ile “uyuşturucu ticaretine karşı mücadele” halkın güvenliğini sağlamak amacıyla yürütüldükleri savlanarak aynı kefeye konuyordu. Kıtada esen sol rüzgarların FARC ve ELN gibi örgütleri iktidara yaklaştırmasından korkan Kolombiya burjuvazisi, ABD'nin de büyük desteği ile Uribe'nin politikasına destek verdi.

Aslında bu politika, Uribe'den önceki başkan Andrés Pastrana döneminde yürürlüğe konan ABD'nin Kolombiya Planı'nın uzantısı niteliğindeydi. Kolombiya Planı özetle, devrimci örgütlerin denetimindeki bölgelere askeri müdahaleyi, “uyuşturucuya karşı savaş” politikasının bir parçası olarak yürütülmesini öngören askeri strateji olarak tanımlanabilir. Uribe'nin demokratik güvenlik politikası Kolombiya Planı'nı, askeri düzeyden toplumsal düzeye taşıması ile ayırt ediliyor. Uribe, “toplumun güvenliğini” sağlamak için toplumsal desteğe başvurarak, bunu belirli bir düzeyde sağlamayı başardı.

Bunun sonucunda FARC ve ELN'nin etki alanlarında da daralma görüldü. 2008 yılı bu açıdan önemli gelişmelere sahne oldu. Şubat ayında, ülkenin birkaç kentinde FARC karşıtı eylemler düzenlendi. 1 Mart'ta Kolombiya ordusu, komşu ülke Ekvador topraklarına girip bir FARC kampını basarak aralarında örgütün iki numaralı yöneticisi Raúl Reyes'in de aralarında olduğu 20 kişiyi öldürdü. Hemen ardından başka önemli FARC yöneticileri de hayatlarını kaybetti. Bu dönemde, 7 Ağustos'ta devlet başkanlığını devralacak olan Juan Manuel Santos savunma bakanı idi. Daha sonra Kolombiya silahlı kuvvetleri, FARC'ın elinde rehin tuttuğu bazı tutsakların serbest kalmasını sağlayan, aralarında Ingrid Betancourt'un serbest kaldığı Jaque Operasyonu'nun da bulunduğu çeşitli operasyonlar düzenledi.

Chávez, önce 2008 yılında, en son olarak da geçtiğimiz günlerde, Kolombiya'nın son çıkışının hemen ardından FARC'a seslenerek, silah bırakma çağrısı yaptı. FARC'ın siyaset yapma yöntemine katılmadığını, bu yöntemin kıtadaki ilericileri ve Venezuela'yı zor durumda bıraktığını açıkladı.

İlk bakışta Kolombiya ile Venezuela arasında yaşanan son gerilimin, bundan önceki yıllarda yaşananlardan pek bir farkı olmadığı düşünülebilir. Ancak bu kez Venezuela'nın diplomatik ilişkilerin kesilmesi ile sonuçlanan yanıtı, öncekilerden çok daha sert oldu. Venezuela silahlı kuvvetlerine ait özel birliklerin sınır bölgelerine yerleşmesi ile de savaş olasılığı öncekinden daha gözle görünür hale geldi. Bu gerilimin Venezuela'da bu yılın sonbahar aylarında yapılacak olan seçimler açısından son derece önemli olduğu ortada. Sağcı muhalefet birleşerek gücünü artırmaya çabalarken ülkenin savaşa girmesi, Chávez'i çok zor durumda bırakabilir. ABD destekli Kolombiya'nın bu olasılığa oynadığını belirtmek gerekiyor.

Öte yandan olası bir savaşın, başta Küba olmak üzere Latin Amerika'daki ilerici iktidarları da zor durumda bırakacaktır. İki kardeş halk arasında düşmanlık tohumları ekecek olan savaş, Latin Amerika'ya özgü olan ve dünyanın başka herhangi bir bölgesinde görülmeyen bir tür ortaklık duygusuna büyük zarar verecek ve böylece emperyalizmin ekmeğine yağ sürecektir. Nitekim Küba da bu düşünce ile Venezuela'nın gerilimi azaltmasını istemekte.

Murat Akad