Şili'deki başkanlık seçimlerinin sonucu neyi ifade ediyor

Birinci turu 13 Aralık 2009'da, ikinci turu ise 17 Ocak 2010'da yapılan Şili devlet başkanlığı seçimlerini, sağın adayı Sebastián Piñera kazandı.

Sağcı partilerin oluşturduğu Değişim için Koalisyon'un (Coalición por el Cambio) adayı olan Piñera'nın karşısında, merkez sol ittifak Demokrasi Yanlısı Partiler İttifakı'nın (Concertación de Partidos por la Democracia – kısaca Concertación olarak anılıyor) adayı Eduardo Frei yer almıştı.

Şili'de devlet başkanlığı makamını 20 yıldır merkez sol ittifak elinde tutuyordu. Bu ittifakın adayları olan Patricio Aylwin 1990 ile 1994, Eduardo Frei 1994 ile 2000, Ricardo Lagos 2000 ile 2006, Michelle Bachelet ise 2006 ile 2010 yılları arasında başkanlık görevini yürüttüler. Böylece Şili, diktatör Augusto Pinochet'in 1990'da başkanlığı bırakmasından bu yana ilk kez bir sağcı başkana sahip oluyor.

Latin Amerika genelinde, bir süredir farklı biçimlerde de olsa, sosyal demokrasi ile sosyalizm arasındaki yelpazede konumlanan solcu iktidarlar iş başına geliyor. Bu gelişmeye istisna oluşturacak tek olumsuzluk birkaç ay önce Honduras'ta gerçekleşen ve solcu Zelaya'yı deviren darbe olmuştu. Piñera'nın seçilmesini de bu darbenin ardından, ikinci olumsuz gelişme olarak nitelendirmek gerekiyor.

Bir taraftan da bu olumsuz gelişmeyi beklenmedik bir gelişme ya da bir sürpriz olarak tanımlamak için pek fazla neden de bulunmuyor. 20 yıldır işbaşında bulunan merkez sol ittifak Concertación'un bu süre içinde hayata geçirdiği politikalar değerlendirildiğinde, Pinochet övgücülüğünden liberalizme uzanan geniş bir “sağcılık” yelpazesi ile karşılaşılıyor.

Bu açıdan en büyük hayal kırıklığının, bu dönemde görev yapan dört başkanın sonuncusu olan Bachelet döneminde yaşanmış olduğunu görüyoruz. Bachelet göreve geldiğinde, kıtadaki sol dalganın Şili'ye de yansıdığı değerlendirmeleri yapılmış, Bachelet'e büyük umutlar bağlanmıştı. Ancak Bachelet iktidarı daha ilk günlerinden itibaren bu umutların hayata geçmeyeceğini ortaya koyan adımlar attı.

En önemlisi, Pinochet'in iktidarı bırakmasının sonraki dönemde, onun döneminde hayata geçen liberal ekonomi politikalarından vazgeçilmedi. Piyasa yanlısı politikalar günümüze değin uygulanmaya devam etti. Bu politikaların uygulayıcılarından olan Aylwin döneminin ekonomi bakanı Alejandro Foxley, Bachelet döneminde dışişleri bakanlığını yürüttü. Aynı şahsın, Pinochet'in Şili'yi ne denli olumlu bir kulvara soktuğu, küreselleşmenin ve piyasa ekonomisinin bir parçası haline getirerek ülkeye paha biçilmez bir gelişim kazandırdığı ve bu nedenle de Şili tarihinde çok önemli bir yere sahip olduğuna ilişkin görüşlerini son derece açık bir dille ifade ettiği biliniyor.

Yine son 20 yıllık Concertación iktidarında, Pinochet diktatörlüğü döneminde kabul edilen, son derece otoriteryen, militarist ve demokrasi düşmanı olan 1980 anayasasında, ufak tefek reformlar haricinde değişiklik yapılmadı.

Concertación iktidarının Bachelet'ten önceki üç başkanı, Madrid Kulübü'nün (dünyada “demokrasinin” gelişimi için kurulan, Clinton da dahil olmak üzere 80'e yakın eski başkan ya da başbakandan oluşan bir örgüt) üyesi olarak liberal kimliklerini uluslararası alanda da gösteriyor. Hatta Ricardo Lagos halen bu kulübün başkanlığını yürütüyor.

Concertación dönemini, başkanlar dışında niteleyen kişiler bulmak da mümkün. Bunlardan bir tanesi, 1990'lar ve 2000'ler boyunca dışişleri ve içişleri bakanlıkları ile başkan yardımcılığı gibi görevlerde bulunan José Miguel Insulza. Insulza halen Amerika Devletleri Örgütü'nün (OAS) genel sekreterliğini yürütüyor. Bilindiği gibi OAS, başından bu yana ABD'nin ağırlığının görüldüğü, bu ağırlığın ancak Latin Amerika'da 2000'li yıllarda görülen devrimci gelişmeler nedeniyle yara aldığı bir uluslararası örgüt. ABD'nin girişimiyle 1962 yılında sosyalist Küba, bu örgütün üyeliğinden çıkarılmıştı. Insulza, Honduras'ta yaşanan darbenin ardından OAS genel sekreteri olarak Amerikancı bir yaklaşım sergilemiş ve Zelaya'yı darbeci yönetimle uzlaşmaya zorlamıştı.

Concertación yönetiminin, izlediği liberal politikalarla halkı depolitize ettiğine ilişkin yorumlar da yapılıyor. Özellikle genç kuşakların sandık başına gitmediği, gidenlerin ise büyük bir bölümünün Piñera'ya oy verdiği biliniyor. Kısacası Concertación toplumsal tabanını daraltarak kendi bindiği dalı kesmiş durumda.

Son seçimlerde Şili halkının, kendisini Pinochet döneminden bazı açlardan pek fazla ayırdetmeyen bir yönetimin yerine, Pinochet'in daha doğrudan izleyicisi olan bir yönetimi tercih ettiğini söylemek mümkün.

Concertación'un yenilgisi, merkez sol ittifakta büyük olasılıkla değişikliklere neden olacak. Bu ittifakın sağ tarafını oluşturan Hıristiyan Demokratların ittifakta kalmaları zor görünüyor.

Öte yandan sosyalist solun, buna dahil olan ve son seçimlerde oylarını artıran Şili Komünist Partisi'nin yeni dönemde atacağı adımlar önem kazanıyor.

Piñera yönetiminde sağın iktidara gelmesinin, genel olarak bütün Latin Amerika için olumsuz bir gelişme olduğu açık. Venezuela, Bolivya, Ekvador ve Küba yönetimlerinin işi kıta düzeyinde zorlaşacak. MERCOSUR'un gelişmesi yavaşlayacak. Başta Brezilya ve Arjantin olmak üzere diğer ülkelerdeki seçimlerde sağ rüzgarlar daha fazla esebilecek.

Askeri açıdan zorluklar da ortaya çıkacak. Piñera yönetiminin tam bir ABD ajanı olarak davranması ve kıtada ikinci bir Kolombiya görevi üstlenmesi beklenmeli. Bu da kıtanın batı şeridini oluşturan dört ülkeden Ekvador haricindeki üçünün (Kolombiya, Peru ve Şili) ABD denetiminde dış siyaset üretmesi anlamına gelecek. Nitekim, Piñera ile önceki hafta bir görüşme yapan Chávez, derin görüş ayrılıkları bulunduğunu söyleyerek, Şili'nin yeni bir Kolombiya olma olasılığından duyduğu kaygıyı dile getirdi.

Özellikle Şili ile Bolivya arasında, her iki ülkenin bağımsızlığını kazandığı 19. yüzyıl başlarından itibaren var olan ve savaşlara da yol açan sınır anlaşmazlığının gerilim nedeni olması muhtemel. Bachelet, anlaşmazlığın konusu olan Bolivya'nın Atlas Okyanusu'na kıyısı olma talebini görüşebileceğini belirterek ilginç bir çıkış yapmıştı.

Geçmiş dönemde Şili yönetimi her ne kadar kıtadaki diğer solcu iktidarlar gibi halkçı bir çizgi izlememiş olsa da kıta genelinde esen sol rüzgarlara sınırlı ölçüde destek olmuştu. ABD'nin öncülük ettiği, ancak daha sonra ALBA'yı kuracak olan ülkelerle birlikte Arjantin, Brezilya ve Şili'nin itirazı nedeniyle hayata geçmeyen Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (FTAA) anlaşmasında olduğu gibi olumlu konumlar da alabilmişti. Ancak Piñera'nın iktidara gelmesiyle birlikte, Latin Amerika genelinde son yıllarda yaşanan olumlu gelişmelere karşılık vermeye çalışan ABD emperyalizmi, Şili'de kendisine yeni bir zemin bulmuş durumda.

Murat Akad