'Neden ateistler dindarlardan daha zeki?' Bir burjuva yanıtı

Onlarca yıldır farklı ülkelerde tekrar tekrar yapılan bir gözlem var: Ateistler, dindar insanlardan genel olarak daha “zeki”. Daha doğrusu, zeka testlerinde ortalamada daha yüksek puan alıyorlar. Bunun sebebini araştıran yeni bir makale, nasıl hem ateist hem de gerici olunabileceğine mükemmel bir örnek sunuyor.

Ruhan Alpaydın - bilimsoL

İki hafta önce yayımlanan bir makale, zeka ile dindarlık arasındaki negatif ilişkinin nedenini bulmaya çalışıyor. Tabii ki, bu araştırma bu konudaki ilk teşebbüs değil. Bu korelasyonu açıklamak için farklı modeller ve tezler ortaya atılmış, ancak genel kabul gören bir sonuca ulaşılamamış. İngiltere ve Hollanda’dan iki araştırmacının yazdığı makale, şimdiye değin önerilen üç farklı modeli inceleyerek zeka ve ateizm ilişkisi konusunu burjuva bir bakış açısıyla inceliyor.

DİNDARLIK, IQ VE NEDENSELLİK SORUNU

Makalede, 1920’lerden şimdiye kadar bilimsel araştırmalarla gözlenen dindarlık ve IQ korelasyonuna dair ilginç veriler var. Örneğin ABD’de 2011’de yapılan bir araştırma, düşük IQ ile köktendinci Hristiyanlık arasında pozitif ilişki bulmuş. Yazarlar, dünyada alanının önde gelen bilim insanlarının büyük çoğunluğunun ateist olduğunu belirtiyorlar. 1998’deki bir araştırma, İngiltere’deki Kraliyet Cemiyeti (1660’da kurulan, dünyadaki ilk bilim akademisi) üyelerinin sadece yüzde 3.3’ü tanrıya inandığını göstermiş. 2012’deki başka bir araştırma, ulusal ortalama IQ ile ulusal ortalama dindarlık arasında anlamlı negatif ilişki ortaya koymuş. Yine 2017’de yapılan bir çalışma, ülkeler arasında dinsellik ve din eğitimi miktarı ile PISA testlerinde fen ve matematik başarısı arasında negatif ilişkiler bulmuştu.

Yazarlar bu bilgileri aktarırken, IQ’nun çevresel olarak belirlenen değil, kalıtsal bir özellik olduğunu ima ediyorlar. Aynı yaklaşımla “Afrika kökenli olmanın zekayı düşürdüğü” gibi sonuçlara da varmak mümkün, çünkü ABD’li zenciler onyıllardır IQ testlerinde düşük performans gösteriyorlar ve bu ülkede zenci bilim insanlarının sayısı çok düşük. Aynı durum Almanya’da, Türkiye kökenliler için de geçerli.

Oysa ki IQ’nun nasıl belirlendiği hem fen hem de sosyal bilimlerde çok tartışmalı bir konu. Sosyoekonomik durum, eğitim başarısı, IQ ve dindarlık veya ideoloji arasında neden-sonuç ilişkilerinin ne yönde olduğu, kime sorduğunuza göre değişiyor. Makale yazarları “IQ dindarlığı belirliyor” iddiasındaysa da, birçok toplumcu bilim insanı, IQ, eğitim başarısı ve dindarlık gibi bir çok özelliğin sosyoekonomik koşullar tarafından belirlendiğini düşünüyor. İnsanlar üzerinden kontrollü deney yapmak mümkün olmadığı için belirsizlik çok ve herkesin kabül ettiği bir sonuca varılamıyor.

TARİH DIŞI ÜÇ MODEL

Makalenin yazarları din ve IQ arasında gözlenen negatif ilişkiyi açıklamak için ortaya atılmış farklı modelleri değerlendiriyorlar.

Dinin irrasyonelliği modeline göre zeki insanların açıklanamaz olguları (belirsizliği) bilim yolu ile açıklamaya meyilli oldukları, bunu yapabilecek kadar zeki olduklarını, bunu yapamayan insanların ise dindarlığa meyilli olduğu şeklinde. Bu model yazarlara göre en fazla kabul gören model.

Kültürel uyuşma modeli ise, zeki insanların toplumun normlarına uymada daha iyi oldukları, dolayısıyla, toplumsal norm ateizm ise buna uydukları, norm dindarlık ise dindar oldukları şeklinde. Yazarlar, 2010’da önerilen bu modelin sorunlu olduğunu belirtiyorlar. Zira, çok dindar ülkelerde bu modelin beklediği sonuç çıkmamış. 2012’deki bir araştırma Sahra-altı Afrika ülkeleri dışında, tüm dünyada eğitim süresi ile dindarlık arasında negatif bir ilişki bulmuş.

Üçüncü model ise, 2012 yılında önerilen Savan-IQ Etkileşim Hipotezi. Bu hipoteze göre “zeka”, insanların atalarının savan yaşamından uzaklaştıkça gelişmiş olan bir tür alana özgü uzmanlık. Bu modele göre “evrimsel olarak yeni” davranış ve “evrimsel olarak yeni” tercihler, yüksek zeka ile örtüşüyor. Din içgüdüsel bir davranış iken, zeka içgüdüsel tepkilerin üzerine çıkabilerek yeni problemleri çözme becerisi olarak düşünülüyor.

Dikkat edilirse bu modellerin tümü, dini tarihsel bir sosyal bir kurum olarak incelemiyorlar. Dindarlığı, tarih dışı bir tür sabit davranış olarak görüyorlar. Oysa ki din kurumlarının binyıllardır sömürülen sınıflar için, bir yandan sömürünün azabını unutturmaya yarayan, bir yandan da maddi destek sağlayabilen dayanışma kurumları rollerini üstlendiği basit bir gerçek. Toplumun daha varlıklı ve eğitimli kesimleri elbette bunlara daha az ihtiyaç duyuyor ve daha az dindar oluyor.

Toplumsal olguları tarih dışı ezeli varlıklar olarak incelemek, gerici sosyal bilimlere iyi bir örnek. Bu tip bilim insanları “insan doğuştan bencildir” gibi yargılarda bulunarak, günümüz toplumunun kimi kurum ve davranışlarının da devamına dolaylı olarak yardımcı oluyorlar.

ZEKA-UYUMSUZLUK BİRLİĞİ MODELİ

Makalenin yazarları kanımızca bilim dışı çerçevelerini terketmeden, daha da ileri gidiyorlar. Savan tezini biraz değiştirip, dindarlık ile zeka arasındaki negatif ilişkiyi açıklamak için “evrimsel yenilik” yerine “biyolojik özelliklerle çözülemeyen çevresel değişimler” demişler. Bu genellemenin, kişiliğin beş farklı bileşiminden birisi olan “tecrübeye açıklık” ile zeka arasındaki pozitif ilişki ile de uyumlu olduğunu ifade ediyorlar.

Yazarlar, ilginç bir döngü öngörmüş. Zekanın toplumlarda bir regülatör görevi gördüğünü, ortalama zekanın hiçbir zaman çok artmayacağını çünkü o durumda nüfusun içgüdü azlığından yok olacağını tahmin ediyorlar. Zeka belli bir miktar arttıktan sonra, toplumların dindarlığı sorgulamaya başlayacağı ve bunda daha zeki kişilerin öncü olacağını düşünüyorlar. Bu durumda toplum, çocukları tanrının kutsal hediyeleri olarak görmeyeceklerini ve kalabalık aileler istemeyeceklerini, ve bu zeki toplumun icadı olan doğum kontrol gereçleri ile doğurganlıklarını azaltacaklarını düşünüyorlar. Böylelikle ortalama zeka tekrar düşecek, içgüdüsellik artacak ve toplum yine hayatta kalacak. Makalenin yazarları bu döngünün spekülatif olduğunu kabul etseler de, daha derinlemesine araştırılmaya değer buluyorlar.

SOSYAL BİLİMLERDE POSTMODERNİST MODELLER

Postmodernizmin etkisindeki sosyal bilimcilerin, dinsel açıklama ile bilimsel açıklamayı, rasyonellik ile irrasyonaliteyi, hem birbirine denk makullükte seçenekler, hem de sanki bireylerin ve toplumların tek tek özgür iradeleri ile yaptıkları seçimlermiş gibi irdelemeleri kuşkusuz bilinçli ya da sorgulamaksızın yaptıkları siyasi bir tercih. Bu örnekte olduğu gibi, burjuva sosyal bilimciler olguları bağlamları içinde açıklama zahmetine katlanmıyorlar. Örneğin dini, ezeli, içgüdüsel bir davranış olarak sınıflandırabiliyorlar.

Elbette bu çabalar kendi açılarından çok anlamlı bir noktaya da varıyor. Aşağıdaki paragraf bu makalede referans verilen ve 2017’de aynı dergide yayımlanan bir makaleden:

“Hipotezimiz, yükselen İslamcı köktencilik, ve genel olarak dinci köktenciliğin nedeni, köktendincilerin ortalamadan daha fazla oranda daha fazla dincilik-artıran genine sahip olmaları, ve daha az oranda zeka-artıran genlerine sahip olmaları. Böyle bir öneri, neden müslümanların bilime daha az katkı yaptıklarını da açıklamaya da yardımcı olabilir”. (Ellis, L., vd. The future of secularism: a biologically informed theory supplemented with cross-cultural evidence, Evolutionary Psychological Science, 2017.)

İlgili makale:

Edward Dutton & Dimitri Van der Linden, “Why is Intelligence Negatively Associated with Religiousness?”, Evolutionary Psychological Science, 2017. DOI 10.1007/s40806-017-0101-0.