Şeker soframıza nasıl girdi?

Sermaye grupları bilime müdahale eder ve dolayısıyla halk sağlığını etkiler mi? Bu konuyu anlaşılır kılmak için yapılan bir arşiv taraması ve sonrasında yayınlanan bir makale bu gerçeği çok net bir biçimde ortaya koyuyor.

Özgür Genç - bilimSol

Arşiv taramasına konu olan olay 1960’larda ABD’de geçiyor. Bu dönem ABD’de koroner kalp hastalıklarının (KKH) yaygın olarak gözlenmeye başladığı ve ölümlerin artış gösterdiği bir dönem. Hastalığı önlemede ilk olarak dikkat çeken şey doğal olarak tüketilen besin maddeleri oluyor. Birinci olarak yağlı ve kolesterol düzeyi yüksek besinler göze çarparken, diğer önemli etken de şekerli yiyecekler oluyor.

Şekerli gıda tüketiminin KKH’ye neden olabileceği bilgisi bilim grupları arasında yarattığı ilgiden fazlasını şekerli gıda üreticisi sermaye tekellerinden topluyor. ABD’de dönemin Şeker Araştırmaları Vakfı (SRF), şekerli gıda tüketiminin kalp hastalıklarına etkisini neredeyse yok sayacak bir girişime imza atıyor ve dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi ve Şikago Üniversitesi’nden iki araştırmacıya günümüz değeriyle 50 bin dolar karşılığında makale sipariş ediyor.

Vakfın geçmişine bakıldığında halkın şeker tüketimini arttırmaya dönük bir faaliyet içinde olduğu gözlemleniyor. Örneğin vakfın başkanı 1955 yılında yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanıyor:

“Amerikan Şeker Pancarı Üreticileri şeker üretimi konusunda önemli bir fırsat elde edebilir: Amerikan halkının yağ tüketimini azaltarak, yerine şeker tüketimini desteklemek. Eğer ortalama bir yetişkine düşük kolesterollü diyet uygulatırsak, ki bu yüzde 20 oranında kalori kaybı demektir, ve aradaki kaybı şeker içeren gıdalarla telafi edersek, bu kişi başına şeker tüketimini arttıracak ve halk sağlığını iyileştirecek bir gelişme olabilir.”

Bu doğrultuda yürütülen reklam kampanyasıyla 2016 yılı değeriyle 5,3 milyon dolarlık bir harcama yapılıyor ve şekerin insanı ayakta tutan yegane besin olduğu fikrinin kabullenmesi sağlanıyor.

Ancak 1960’ların başından itibaren yapılan laboratuvar çalışmaları, şeker tüketimiyle kandaki kolesterol seviyelerinin artışı konusunda bir paralellik göstermeye başlıyor ve şeker endüstrisinin yaymaya çalıştığı “şeker yararlıdır” sloganına karşı tepkiler baş gösteriyor. Bu gelişmeleri dengelemeye yönelik bir girişim olarak vakıf “şeker tüketimi üzerindeki olumsuz imajı dengeleme programı” başlatıyor. SRF Başkanı Hickson, Harvard Üniversitesi’nden Hegsted’e ne yazması gerektiğini kelime kelime anlatıyor: “Bu makalenin yazılması ile amacımız karbonhidrat tüketimiyle kolesterol metabolizması arasında ortaya çıkan kafa karışıklığını ortadan kaldırmak.” Hegsted’in Hickson’a cevabı ise oldukça tatmin edici oluyor: “Karbonhidratlar konusundaki ilginizi biliyoruz ve bu konuda elimizden geleni yapacağız.”

Makalenin yazım ve düzenleme aşamalarının tümüne başından sonuna kadar müdahil olan şeker patronu Hickson, sipariş makalenin yayınlanmasıyla, Harvard profesörü Hegsted’e ve diğer meslektaşına söz verdiği 50 bin doların tamamını teslim ediyor. Makale özetle şeker tüketimi ve yağ metabolizması hakkındaki verileri inceliyor ancak bu konuda bilim camiasında ses getiren iki temel çalışmayı (Budnik grubu ve Iowa grubu) içeriğindaki verilerdeki yetersizlik gerekçesiyle inandırıcı bulmuyor ve gözden düşürmeye çalışıyor.

ABD’de ortaya çıkan ve tüketim ağı içerisindeki tüm toplumları hedefleyen bu girişim sonuç olarak halkın karbonhidrat tüketimini teşvik etmiş, hastalıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlamış, ölümlere neden olmuştur. Sonuç olarak, sermaye gruplarının bilimsel çalışmalara destek olmasını, oluşturduğu tüketim nesnesinin pazarlanmasına sağlayacağı katkıdan bağımsız olarak düşünmek neredeyse imkansız.

Okuyucuya son bir not: Bugün makaleyi yazan iki hilebaz da hayatta değil ama bu etrafta başka hilebazların olmadığı anlamına gelmiyor.

İlgili makale: Sugar Industry and Coronary Heart Disease Research. Cristin E. Kearns, Laura A. Schmidt, Stanton A. Glantz. JAMA Internal Medicine