Pars ile acı karşılaşma: Nesli tehlike altındaki bir canlıyı daha öldürdük

Avcılık ve doğal yaşam alanlarının tahribatı sonucu ülkemizi terkettiği düşünülen, ancak dönem dönem varlığına dair izler bulunan leoparlar hepimize bir sürpriz yaptı. Diyarbakır'da ortaya çıkan ve öldürülen leoparla ilgili, yaban hayat uzmanı Önder Cırık ile görüştük.

İstem Fer - bilimsoL
Avcılık ve doğal yaşam alanlarının tahribatı sonucu ülkemizi terkettiği düşünülen, ancak dolaylı olarak da olsa dönem dönem Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne giriş yaptığına dair izler bulunan leoparlar hepimize bir sürpriz yaptı. Diyarbakır'da ortaya çıkan ve çobanlar tarafından öldürülen leoparla ilgili, yaban hayat uzmanı Önder Cırık ile görüştük.

Bu acı olayı Türkiye'nin doğası ve yaban hayatı açısından nasıl okumak lazım? Leopar son kaydı resmi olarak 1974'te yapılmış Anadolu parsı (Panthera pardus tulliana) çıkarsa bu ne anlama gelir?
3 Kasım 2013 Türkiye Yaban Hayatı açısından tarihi bir gün. Çünkü resmi kaydı en son 1974 yılında yapılan leoparın kaydı 39 yıl sonra net bir şekilde yeniden yapılıyor. Maalesef o zaman da şimdi de bu veriyi kaydetme şeklimiz aynı: Ateşli silahla vurma sonucu öldürme. 2010 yılında Siirt kırsalında da bir bireyin vurulduğu haberini almıştık. Ama onun cesedine ulaşmak mümkün olmamıştı. Çünkü kaçak şekilde avlanan leoparın elimizde sadece avcılar tarafından çekilmiş birkaç fotoğrafı var. O da ölü olarak.

Bir türün resmi olarak neslinin tükenmiş olmasının kabulü için o canlının son bireyinin kaydının üzerinden 50 yıl geçmesi lazım. Diyarbakır’ın Çınar ilçesi kırsalında öldürülen bu leopar vurulduğu yer ve cesediyle resmen “Türkiye’de ben hala varım” dedi.

Leoparın, Anadolu mu yoksa İran parsı mı olduğunun anlaşılması için ne gibi bilimsel çalışmalar yapılacak? Bu ikisi birbirinden ne kadar farklı?
Aslında türün Anadolu ve İran ayrımı yapılan genetik çalışmalar sonucu ortadan kalktı. Yani bu leoparın eskiden yapılan morfolojik tanımlamaya göre Anadolu ya da İran alttürü olmasının bir önemi yok. Önemli olan 39 yıl sonra bu hayalet canlı yeniden ortaya çıktı ve bu açıkçası Türkiye yaban hayatı için umut verici, ama ortaya çıkış şekli bir o kadar da umut kırıcı. Türün cinsiyetini öğrenemedim ama eğer bir dişi birey ise 2-6 civarında yavru büyütebilecek, bu kadar sayıda bireyi Türkiye biyocoğrafyasına kazandıracak bu birey artık yok maalesef.

İran ve Ermenistan’da bu türün çok yeni kayıtları mevcut. 2009 yılında leoparın Ermenistan’ın güneyinde İran sınırında bulunan dağlarda Ermeni araştırmacılar tarafından fotokapanla fotoğrafları çekilmişti. Biz de zaten leoparların ülkemize giriş çıkış yaptığından, eş ve besin aradıklarından şüpheleniyorduk. Bu kayıt da şüphelerimizi doğruladı. Ama Diyarbakır’ın Çınar ilçesi kırsalı kadar iç kesimlere kadar gelebilmesi açıkçası beni şaşırttı. Ama her daim orada olan bir birey ya da bireyler de olabilir. İlginç olan yıllardır ordu tarafından bölgede kullanılan ileri teknoloji gece görüş ve termal kamera sistemlerine de yakalanmamış olması.

İran'da pars olduğunu biliyoruz, yakın geçmişe kadar Anadolu'da da olduğunu biliyoruz. Neden artık yoklar?
minyatürLeopar, aslan, kaplan, çita Anadolu coğrafyasında yaşamış büyük yırtıcılar. Peki, niye yok olup gitmişler? Öncelikle biz insanlar leoparların yaşam alanlarına girmişiz. Nasıl yaptık bunu? Onların yaşadığı dağların tepesine kadar yollar yaptık, avlandıkları vadileri barajlarla sular altında bıraktık. Daha sonra onların ana besin kaynaklarını tükettik. Şimdi elektrik direği, yerleşim yeri görmeden şehirlerarası yolculuk yapabiliyor muyuz? Edemiyoruz. Çünkü yaban hayvanlarının alanlarına tecavüz ediyoruz artık. Bırakın yaban hayvanları, şehrin ortasındaki ufacık bir parka, İstanbul’un kuzeyinde şehrin su kaynaklarını sağlayan ormanlara bile tahammülümüz yok.

Büyük yırtıcılara diğer bir tehdit ise avcılık. Gençliğinde Yörük obalarını gezen, türkü, deyiş, mani, masal derleyen lise arkadaşım Deniz’in babası anlatmıştı. 1960'larda daha lisedeyken Torosların tepesinde bir avcıyla muhabbet etmiş. Av töresi her 100 geyik (dağ keçisini kast ediyor) vurduğunda tüfeği son geyiği vurduğun yerdeki bir ağaç dalına asmayı ve tüfeği orada bırakmayı söylermiş. Eğer o tüfekle av yapılmaya devam edilirse avcının avı tutulurmuş ve bir daha av yapamazmış. Bu amca da iki kere tüfek asmış ve Deniz’in babasına vurduğu her bir geyiği çadırın orta direğine çenttiğini söyleyince Deniz’in babası da üşenmemiş saymış. Tam 256 geyik vurmuş bu amca. Şimdi bu yırtıcı hayvanların da ana besini bu büyük memeli otçul hayvanlar olunca, onlar tükenince ve kendileri de bizzat insanlar tarafından avlanınca işte bu yırtıcılar ancak kabartmalarda, minyatürlerde ve eski siyah beyaz fotoğraflarda kaldı.

Eskiden Batı Anadolu’da da oldukça yaygın olan bu tür şehirleşme ve insansız alan kalmadığı için batı Anadolu’da resmen tükenmiş durumda. Dilek Yarımadası Milli Parkı, Ege Dağları, Batı Toroslar, Bolu Dağları bu türün eskiden bulunduğu alanlar olurken bugün artık oralarda tamamen yok olmuş durumda. Çok ilginç bir şekilde Ege Denizini de yüzerek geçip Sisam Adası’na ulaşmış bir birey mevcut. Onu da orada vurmuşlar maalesef. Tahniti bugün Sisam’da doğa tarihi müzesinde görülebilir.

Bir yaban hayvanının çobanlara ve köylülere saldırmasının ardından (hayvan canlı yakalanmışsa, öldürülmüşse, kaçmışsa) işleyen genel süreç nedir? Anadolu parsı gibi nesli tükenme tehlikesi altındaki canlılar için bu sürecin farklı işlemesini gerektirecek bir düzenleme var mı, çobanlara bir yaptırım uygulanacak mı?
Öncelikle çobanların anlattığı hikâye bana hiç inandırıcı gelmedi. 1974’ten beri hayalet gibi dolaşan bir hayvan 39 yıl sonra dünyanın en tehlikeli canlısı insana neden saldırsın? Hele hele orada savunmasız koyunlar dururken. Leopar, insanlarla minimum temas halinde olan bir hayvan. Yıllardır Türkiye’nin dört bir yanında bir sürü araştırmacı fotokapanlar kuruyor ve bu hayvanı görüntülemeye çalışıyor, ama henüz başarılı olan yok. Bu kadar hayalet bir hayvan bir gün durduk yere çobanlara saldırıyor, çobanlardan bir tanesi de çekip vuruyor. Kendim kapana yakalanmış bir ayı kurtarma esnasında yaşadıklarımdan biliyorum o stres ve panik esnasında elinizdeki tüfekle vursanız vursanız kendinizi vurursunuz. O nedenle bu iki çobanın çapraz sorguya alınıp ikisinin aynı hikâyeyi anlattığından emin olmalı, olay yeri inceleme gidip gösterdikleri yerde anlatılan hikâyeyi doğrulayan da yanlışlayan delilleri toplamalı. Benim aklıma gelen ilk soru leoparı av tüfeğiyle vuran çobanın kullanmış olduğu fişeğin türü mesela. Dom dom denilen tek çekirdekli miydi, dokuzlu denilen 9 büyük saçma mı atıyordu, yoksa tamamen saçma mı atıyordu? Panik ve stres kısmını geçtim, eğer leopar arkadaşınıza saldırıyorsa ve siz de av tüfeği ile ateş ediyorsanız arkadaşınızı da vurmamanız çok az bir olasılık.

Leopar vurmanın cezası Merkez Av Komisyonu kararlarına göre 60.000 TL para cezası. Leopar Türkiye yaban hayatı için çok önemli bir değer ve kültürel bir miras. Değeri parayla ölçülemez. Anlatılan hikâye ve bulgular bana çok da nefsi müdafaa olmadığını söylüyor. Buna benzer nefsi müdafaa olduğu iddia edilen, ama aslında öyle çıkmayan onlarca kurt, ayı hikâyesi duyduğumuz için ben sıradan vatandaştan çok daha şüpheciyim. 39 sene sonra ortaya çıkan bir canlının ölümü en ince ayrıntısına kadar araştırılmalı, eğer bir kasıt varsa sorumlular en ağır şekilde cezalandırılmalı, hatta kendilerine kamu davası da açılmalı.

Diğer yapılması gereken çalışma ise bilim insanları tarafından bölgenin detaylı bir şekilde araştırılıp türün varlığına, yaşam alanlarına dair bilgiler toplanmalı ve bu bilgilerin ışığında koruma alanları ilan edilmeli. Yani ileride bu eşsiz canlının ülkemizde yaşadığı alanlara baraj, maden, yol yapılmasının önüne şimdiden geçilmeli ve bu alanlar mümkün olduğunca insan varlığından izole edilmeli. Bu bölgelere yerleşimi teşvik edecek her türlü altyapı projesinden uzak durulmalı.

Pars, kurt, ayı gibi yaban hayvanlarının insan yerleşimlerinin yakınında nasıl davranışlar sergilerler? Saldırmak, talan etmek gibi davranışlar sıkça görülür mü? İnsanlar bu gibi durumlarda hayvanlara nasıl yaklaşmalı? Bu gibi olayların önüne geçilmesi için neler yapılmalı?
Sorun hayvanlarda değil. Bizde. 1950lerde Fulya’ya keklik avına gidermiş insanlar. Yüzyılın başında ise Beylikdüzü’nden toy kuşunun kaydı var ki bu türü artık görebilmeniz için ta Muş’a kadar gitmeniz ve ilkbahar mevsimini beklemeniz gerekiyor. İnsan nüfusu artıyor, şehirler büyüyor, enerji ve altyapı projeleri plansız programsız yaban hayvanlarının yaşam alanlarına tecavüz ediyor. Kastamonu’da adam ormana kestane toplamaya gidiyor, ayıyla karşılaşıyor, Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nü arayıp “o ayılar orada gezmesin” diyebiliyor. En son boğazı yüzerek geçen yaban domuzlarını gördük. Böyle giderse yunuslar da Gebze’den çıkıp yürüyerek(?) Sakarya üzerinden Karadeniz’e geçecekler.

Yaban hayvanları insanlarla karşılaşmaktan imtina ederler. Zaten kokunuzu alır almaz yönlerini değiştirirler, yollarınıza bile çıkmazlar. Yaban hayvanlarının saldırgan oldukları iki durum var: Yavrulu oldukları zaman ve doğada aniden karşınıza çıktıkları zaman. Her canlı gibi hayvanlar da yavrularını korumak ister ve siz böyle şanssız bir zamana denk geldiyseniz normal zamanda kaçıp gidecek hayvan durup size saldırabilir. Yine aniden karşınıza çıktığında tıpkı sizin vereceğiniz ani korkma refleksiyle size saldıracaktır. Ama bunlar ülkemizde çok nadir görünen olaylar. 1999 senesinden beri Türkiye yaban hayatıyla ilgiliyim, günlerce doğada zaman geçirdim, ayılarla, kurtlarla çalıştım, ama bu tür saldırı hikâyelerini biraz deşelediğimizde hep rahat durmayan, hayvanı tahrik eden, yavrularını almaya çalışan insan hikâyeleri çıktı.

Bu gibi durumları önlemek için insanların doğada yapmaları gereken ilk şey yavru bir yaban hayvanı gördüklerinde bir an önce oradan uzaklaşmak ve yavru hayvana kesinlikle müdahale etmemek. Yabani hayvanların bulunduğunu bildiğimiz yerlerde doğaya çıktığımızda ses yaparak ve gürültü çıkararak yürümek, hayvanların sizi daha önce fark etmesine ve oradan uzaklaşmasına sebep olacaktır. Onun dışında insanların yaban hayvanı karşılaşmalarında yapabilecekleri çok da bir şey yok.

Genel anlamda yapılması gerekenler ise yürütülen tüm kalkınma projelerinin yaban hayatı, ekosistem, biyolojik çeşitlilik gözetilerek yapılması. Bunun için de bol miktarda bilimsel araştırma şart. Doğal alanlar bizden çok yaban hayvanlarına gerekli.

Diğer önemli bir gereksinim ise çevre eğitimi. Türkiye’de kaç kişi bu canlının ülkemizde olduğunu, durumunu, bugün Türkiye yaban hayatı açısından önemini, o leoparın öldürülmüş olmasının ne demek olduğunu biliyor ve anlıyor? Çevre ve ekoloji öğreniminden yoksun nesiller yetiştirince derelere beton döken mühendisler, şehrin tek parkına alışveriş projesi çizen mimarlar, şehrin göbeği Taksim’e beton döken şehir planlamacılar, orman varlığı çok az olan bir şehirde ağaç kesip yol yapan belediye başkanları ve son olarak tüm ülkeyi şantiyeye çeviren siyasetçiler ortaya çıkıyor.

bilimsoL için: http://bilimsol.org/
İlgili makale için: http://bilimsol.org/bilimsol/doga-bilimleri/pars-ile-aci-karsilasma-nesl...